Tag Archives: organik tarım

09 Kas

Toprağa Yazılan Notlar – Halil Hallaç

Organik tarım üreticisi Halil Hallaç, Buğday E-Dergi’nin her sayısında bahçe ve balkonlarınızdaki bitkilerin sağlığı için kolayca uygulayabileceğiniz doğa dostu, pratik öneriler veriyor.

Zehirsiz gıda üretirken toprağı beslemek, bitkiyi korumak oldukça önemli. Haftada bir gün bahçeye gitmek yeterli değil, daha fazla gözlemlemek ve incelemek gerekiyor. Eğer ürününüzü bir hastalığa yakalatırsanız o ürünü sürüp geçmek zorunda kalırsınız, bir daha ürün alamazsınız.

Toprağı beslemek için büyükbaş hayvan gübresi kullanabilir veya evinizdeki organik atıklarla yaptığınız komposttan faydalanabilirsiniz. Ancak bunlar size zahmetli geliyor ise daha kısa bir zamanda etkili sonuçlar alabilmenizi sağlayacak, bitkilerinizin vitamin ihtiyacını karşılayacak doğa dostu bir yöntemim var. Gelin, birlikte deneyelim. […]

Halil Hallaç’ın yazısını Buğday E-Dergi’nin yeni sayısından okuyabilirsiniz. Abone olmak için buraya tıklayın.

15 Haz

Organik tarımla ‘Zehirsiz Sofralar’ kurmak mümkün

Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği Genel Müdürü Batur Şehirlioğlu, Anadolu Ajansı’ndan Güç Gönel’e yaptığı açıklamada, tarımsal üretimde kullanılan pestisitlerin sadece %10’luk bölümünün hedef bitkiye gittiğini, kalan %90’lık kısmının hedefte olmayan havaya, toprağa ve suya karıştığını anlattı.

Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği öncülüğünde yürütülen “Zehirsiz Sofralar” projesi, pestisit kullanımını azaltarak üreticilerin organik tarıma yönelmesini sağlamayı hedefliyor.

Endüstriyel tarımda çok sayıda pestisit, yani tarım zehri kullanılıyor. Pestisitler bitkilere zarar veren böcek ve mantarları öldürüyor ama aynı zamanda faydalı böcekler ve kuşlar gibi diğer canlıları da olumsuz etkiliyor.

Tarımda kullanılan pestisitlerin yarattığı tehlikeye dikkati çekmek için 100 sivil toplum kuruluşu ve inisiyatifi, Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneğinin girişimleri ve Avrupa Birliği’nin finansman desteğiyle “Zehirsiz Sofralar” adıyla bir projeyi hayata geçirdi.

Pestisit kullanımının azaltılması ve doğa dostu tarım yöntemlerinin desteklenmesi yönünde bir çağrıyla yola çıkılan proje kapsamında açılan imza kampanyasına 150 bine yakın kişi destek verdi.

Zehirsiz Sofralar Sivil Toplum Ağı’nın girişimleri hükümet nezdinde de karşılık buldu ve Tarım ve Orman Bakanlığı kampanya süresinde pestisitlerdeki 25 etken maddenin kullanımını yasakladı.


“Pestisitlerin sadece yüzde 10’u hedef organizmaya ulaşıyor”

Projenin yürütücüsü Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği Genel Müdürü Batur Şehirlioğlu, AA muhabirine yaptığı açıklamada, tarımsal üretimde kullanılan pestisitlerin sadece yüzde 10’luk bölümünün hedef bitkiye gittiğini, kalan yüzde 90’lık kısmının hedefte olmayan havaya, toprağa ve suya karıştığını anlattı.

Pestisitlerin su kaynakları aracılığıyla sucul canlılara bile ulaştığını vurgulayan Şehirlioğlu, “Pestisitler, su kaynaklarımızda yasaklandıktan onlarca yıl sonra bile bulunabilmektedir.” dedi.

Zehirsiz Kampanya‘ya destek olun, biyoçeşitliliğe zarar veren, dünyayı zehirleyen pestisitler yasaklansın.

Dünyada pestisit olarak bine yakın, Türkiye’de ise 350’ye yakın aktif madde kullanıldığını anlatan Şehirlioğlu, Avrupa Birliği’ne uyum sürecinde Türkiye’de bazı pestisit etken maddelerinin yasaklandığını aktardı.

Yasaklanan pestisit etken maddelerinin sayısının gün geçtikçe arttığını belirten Şehirlioğlu, “Zehirsiz Kampanya öncesinde yasaklanan pestisit etken maddesi sayısı 180’in üzerindeydi. Kampanya sürecinde 25 etken madde daha yasaklandı ve bu rakam 200’ün üzerine çıktı.” bilgisini verdi.

Dernek olarak sağlıklı, adil, sürdürülebilir ve ekolojik temellere dayalı bir tarım gıda sistemi önerdiklerini anlatan Batur Şehirlioğlu, Şile Belediyesi ile Türkiye’de organik pazarları ilk açan dernek olduklarına değindi.

Ekolojik pazarlar, bahçe projesi, Toplum Destekli Tarım Projeleri gibi yeni modeller ürettiklerini, üreticiden tüketicilere yerel projelere ağırlık verdiklerini belirten Şehirlioğlu, bu çerçevede hem Tarım ve Orman Bakanlığı hem belediyeler hem üreticiler hem de tüketicilerle birlikte çalıştıklarını dile getirdi.

Zehirsiz Sofralar projesi ile pestisitlerin kullanımının kademeli olarak azaltılması ve bir vadede tamamen kaldırılmasına yönelik bir politika ve strateji geliştirilmesini talep ettiklerini belirten Batur Şehirlioğlu, “Ancak bu alternatif olmadan mümkün değil. Alternatif tarım sistemlerinin, yöntemlerinin desteklenmesini Bakanlıktan talep ettik. Ayrıca şeffaflık istedik.” dedi.

Türkiye’de organik tarım yapılan arazilerin toplam tarım alanları içindeki oranının yüzde 2 civarında olduğunu ifade eden Batur Şehirlioğlu, Tarım ve Orman Bakanlığından organik tarım konusunda desteklerin artmasını istediklerini söyledi.

AB topraklarında 2030 yılında pestisitlerin yüzde 50’sinin tüketiminin azaltılması yönünde bir karar alındığını belirten Şehirlioğlu, “Bizim de aslında Tarım ve Orman Bakanlığımızdan talebimiz bu. Pestisitsiz bir tarım hemen yarın mümkün değil ama bunun için enstitülerimiz, üniversitelerimiz başta olmak üzere çalışmaları başlatırsak iyi bir stratejiyle bu hedeflere 2030’da, 2040’ta ulaşmak mümkün.” ifadelerini kullandı.

Piyasada üzerinde “Organik” olduğu yönünde ifadeler bulunan ürünlere de dikkati çeken Şehirlioğlu, şöyle konuştu:

“Organik, GDO’suz, doğal, köy ürünü, saf gibi tüketiciyi yanıltıcı ifadeleri önlemek için Avrupa ve Türkiye’de bir Organik Tarım Mevzuatı çıkartıldı. Türkiye’de organik tarım konusunda kanun ve yönetmelikler var. Bu konuda öncü bir ülke Türkiye. Piyasada paketli ürünlerde etiketine baktığımız zaman Tarım Bakanlığımızın organik ürünler için çıkardığı bir logo var. Bu konuda denetim için yetkilendirilmiş sertifikasyon kuruluşları var, onların verdikleri sertifika numaraları var. Açık ürünler için de sertifikalar var. Tüketiciler açık ürünlerde organik tarım sertifikasını talep edebilirler.”


Kapak Fotoğrafı: Merve Atınç

09 Nis

Organik Tarım ve İyi Tarım Uygulamaları Sektör Toplantısı Yapıldı

Tarım ve Orman Bakanlığı’nın ev sahipliği yaptığı “Organik Tarım ve İyi Tarım Uygulamaları Sektör Toplantısı” gerçekleştirildi.

Toplantıya Tarım ve Orman Bakan Yardımcısı Ayşe Ayşin Işıkgece, Bitkisel Üretim Genel Müdürü Dr. Mehmet Hasdemir, Gıda Kontrol Genel Müdürü Harun Seçkin, Tarımsal Araştırmalar ve Politikalar Genel Müdürü Dr. Nevzat Birişik, Cumhurbaşkanlığını temsilen Uzman Nafiye Çavuş, Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği Genel Müdürü ve Zehirsiz Sofralar Platformu Temsilcisi Batur Şehirlioğlu, Ekolojik Tarım Organizasyonu Derneği Ankara Şube Başkanı Dr. Sabiha Ünal, Tarım Gıda Etiği Derneği Üyesi  A. Ü. Ziraat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Erdoğan Güneş, Organik Ürün Üreticileri ve Sanayicileri Derneği (ORGÜDER) Yönetim Kurulu Başkanı Muharrem Doğan, Bakanlık bürokratları ve İyi Tarım Uygulamaları ve Organik Tarım Daire Başkanlığı personeli katılım sağladı.

Toplantıda Organik Tarım ve İyi Tarım Uygulamaları, iklim değişikliğinin tarımsal üretime etkileri, dünya genelinde ve ülkemizde yaşanan gıda israfı, tarımsal üretimdeki pestisit kullanımı, organik ürünlerin pazarlanmasında geliştirilen yöntemler, organik gıda tedarikçileri ve organik tarım yapan çiftçilerin DİTAP üzerinden buluşturulması gibi birçok konuda sektörün görüş ve önerileri alınarak değerlendirme yapıldı.

 

19 Şub

Organik Tarım: İklim krizine karşı en güçlü kozumuz

Ekolojik Tarım Organizasyonu Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Uygun Aksoy, dünyada ve Türkiye’de tarım sisteminin dönüşümünü ele aldığı yazısında, organik tarım uygulamalarının iklim krizi ile mücadeledeki önemine ve Türkiye’nin tarım stratejilerindeki eksikliklere dikkat çekti.


Yazı: Prof. Dr. Uygun Aksoy – Ekolojik Tarım Organizasyonu Derneği Yönetim Kurulu Başkanı

İklim değişiklikleri özellikle son yıllarda yaşamımızı derinden etkilemektedir. Günümüzde, iklim değişikliğinin yanında birçok tehdit ile karşı karşıya olan tarım, vazgeçilmez ve stratejik bir sektördür.

Çevreye olan etkileri ve iklim değişikliği açısından bakıldığında; tarım ve gıda üretiminde fosil yakıt, gübre ve pestisit kullanımı, girdilerin ve gıdanın üretim yerinden kullanıcıya kadar olan taşınması ve dağıtımı gibi süreçler de dâhil edildiğinde, tarımsal faaliyetlerin sera gazı emisyonlarındaki payı %30 civarında. Ancak ekolojik uygulamalara dayalı olarak yapılan tarım, iklim değişikliğine adaptasyon ve uzun vadedeki hedeflere erişim noktasında çözüm olarak ortaya çıkmaktadır. Ekolojik yönetim modelleri, bir yandan emisyon azalışı sağlarken diğer yandan artan karbon bağlama kapasitesi ile iklim krizine çift yönlü katkı sağlamaktadır.

Bakanlık organik tarımı göz ardı ediyor

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından hazırlanan “Türkiye İklim Değişikliği Stratejisi 2010-2023” belgesinde, sera gazlarının kısa vadeli kontrolüne yönelik organik tarım, arazi kullanımı ve tarım ve ormancılık alanında önerilen uygulamalar arasında yer alıyorken; son yıllarda Tarım ve Orman Bakanlığı’nın organik tarımı öncelikleri arasından çıkardığı görülmektedir.

Türkiye Organik Tarım Stratejik Planı”nın 2016’dan sonra yenilenmemesi, desteklerin sürekli değişkenlik göstermesi ve yetersiz kalması; karşı çabaların organik tarımı temelsiz biçimde sorgulaması ile birlikte, beklenen katkıların sağlanamamasına neden olmuştur.

Gıda ithalatı çözüm değil, sorun yaratıyor

Sorulan sorulara doğru cevap alabilmek için organik tarımın neden ve nasıl geliştiği, bugünkü durumu ile gelecek stratejilerini ve bununla birlikte tarımda yaşanan sorunların gerçek nedenlerini iyi anlamak gerekir.

Birçok ülkede hızla artan nüfusu doyuracak, ucuz gıda temin etme telaşı ile 1950’lerde başlayan tarımda yoğunlaşma; daha fazla fosil yakıt, su ve sentetik girdi kullanımını ve endüstrileşmeyi beraberinde getirmiştir. Türkiye ve benzeri gelişmekte olan ülkelerde 1970’li yıllarda hissedilmeye başlayan bu etki, pazarın daha da fazla küreselleşmesi ile ülkelerin ekonomik açıdan ‘avantajlı’ oldukları ürünleri çok geniş alanlarda tek ürün (monokültür) halinde yetiştirmeleriyle sonuçlanmıştır. Fakat sadece doğadaki değil, tarımdaki çeşitlilik de azalmıştır. Türkiye gibi ithalatı çözüm olarak gören ülkeler hem ekolojik hem sosyo-ekonomik sorunlarla uğraşır hale gelmiştir.

Temel gıda maddelerinin üretim ve ticaretinde birkaç gelişmiş ülkenin pazara hakim olduğu görülmektedir. Ürün pazarındaki benzer gelişme tohum, gübre, tarım zehirleri, sulama sistemleri gibi üretim girdilerinin küreselleşmesine ve az sayıdaki uluslararası şirketin egemen olmasına yol açmıştır. Endüstriyel tarım ve gıda sisteminin çevre, sağlık, toplum hizmetleri ve gıda egemenliği üzerindeki olumsuz etkileri ise dikkate alınmamıştır. Ancak, yaratılan olumsuzlukların topluma yönelik gerçek maliyetleri son yıllara kadar gizli kaldığından sistem devam edegelmiştir.

 

Krizler zehirli kimyasallara dayalı tarım sistemini dönüştürüyor

Günümüzde, bir yandan dışa bağlı gıda ve gıda dışı ürün pazarındaki fiyat artışları veya Covid-19 gibi ani gelişen bir tehdit sonucu uygulanan kısıtlar, diğer yandan iklim değişikliğinin doğrudan etkilerinin hissedilmesi sürdürülebilir tarım sistemlerini tartışmaların odağına getirmiştir.

Organik tarım, Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) tarafından sürdürülebilir beş tarım sisteminden biri olarak kabul edilmiştir. Avrupa Birliği ise karbon nötr olma ve iklim değişikliği, biyoçeşitliliğin yok olması, gıda güvenliği sorunlarının çözüm odağına organik tarımı almıştır. Avrupa Komisyonu tarafından yayımlanan Çiftlikten Çatala (F2F) ve Biyoçeşitlilik (BDS) strateji dokümanları ile 2030 yılına dek, halen AB üyesi ülkelerde %8.5 (%2.5-24.0 arasında değişmektedir) düzeyinde olan organik tarım arazilerinin %25’e çıkarılmasını; pestisitlerin genel kullanımının ve yüksek derecede tehlikeli pestisit kullanımının %50 azaltılmasını ve pestisitlerin agroekolojik uygulamalarla değiştirilmesini hedeflemektedir.

Topraktan sofraya izlenebilirlik

Peki, organik tarım ve uygulamaları nasıl çözüm olabilir? Öncelikle, ‘Organik 3.0’ olarak belirlenen stratejinin hedeflerinden biri, tüm tarım sistemlerinde doğru sonuç vermiş ve başarılı olmuş uygulamaların ortaya konarak, organik tarıma veya diğer bir tarım sistemine uyarlanmasıdır. Bu açıdan, organik tarımın temel ilkelerine dayalı tarım işletmelerinin ve etik ticaret sistemlerinin kurulması önemlidir.

Organik tarım, işletmenin dışarıdan sağlanan girdiler yerine işletme içinde döngülerin tesis edilerek, olabildiğince kapalı bir sistem biçiminde yönetilmesini hedefler. Her tarımsal ekosistem, ekolojik, sosyal ve ekonomik açıdan kendine özgü koşulları içerir. Yönetim sistemi ise, bu koşullar irdelenerek geliştirilir ve topraktan sofraya kadar izlenebilirlik sağlanır.

Organik tarım toprak, bitki, hayvan, insan ve yeryüzünün sağlığının ayrılmaz bir bütün olduğunu kabul eder. Buna bağlı olarak, kullanılan girdiler ve yöntemler yarattıkları risklere göre değerlendirilerek kılavuzlar hazırlanır. Yasal düzenlemeler ve özel standartlar ile üretim sürecinin uygunluğunun değerlendirilerek sertifikalandırılması 1990’lı yıllardan sonra pazarın genişlemesi sonucu ortaya çıkmıştır. Bu standartlar etiketlenerek pazara sunulan ürünün üretilmesi sırasındaki minimum koşulları belirler.

 

%20’lik organik madde artışı hektar başına 9 ton CO₂ emisyonu tasarrufuna eşdeğer

Günümüzde tarım ve gıda ürünlerinin yanı sıra kullanılan girdilerin de uzun mesafeli taşınmaları söz konusudur. Organik tarım ilkeleri, gerek işletme dışı girdi kullanımı yerine döngüleri vurgulayarak, gerekse organik uygulamalarda yoğun emisyona neden olan sentetik gübre ve pestisitlere kısıtlamalar getirerek karbon emisyonlarını azaltıcı etki yaratmaktadır.

Toprak sağlığı ve verimliliği organik tarımın birinci hedefidir. Örtüsüz, aşırı işlenmiş veya nadasta çıplak bırakılan toprak, karbon zengini olan üst toprak katmanının erozyonla veya yıkanma ile yok olmasına neden olur. Organik tarımda önerilen toprağın örtülü bırakılması veya hiç ya da az sayıda toprak işleme yapılması karbon emisyonlarını azaltırken, toprağın karbon bağlama kapasitesini de arttırmaktadır.

Toprak işlemesiz, örtü bitkili organik tarım uygulanması durumunda; ilk iki yılda topraktaki organik karbon %9, altı yılda ise %21 oranında artmıştır. Topraktaki organik madde artışı toprak sağlığı, verimlilik ve iklim değişikliklerine karşı en önemli araçlardandır. Topraktaki organik madde içeriğinin %20 artması hektar başına 9 ton karbon emisyonu tasarrufu anlamına gelmektedir.

Tarım alanlarında bağlanan karbonun yaklaşık yarısı toprak üstü aksamı tarafından tutulmaktadır. Bu nedenle yıl içi ekim planlamalarında iki ürün arasında toprağı örtüsüz bırakma yerine, kısa süreli de olsa örtü bitkilerinin ekimi karbon bağlama kapasitesini artırmaktadır. Meyve ağaçları gibi çok yıllık türlerde ise sıra aralarında benzer uygulamalar yapılabilir.

Endüstriyel üretimde azot oksitlerin salımına neden olan sentetik azotlu gübreler karbon emisyonlarının ana etkenlerinin başında gelmektedir. Hızla eriyebilen sentetik azotlu gübreler uygulandıktan hemen sonra topraktaki azot miktarını artırır ancak bunun bir kısmı bitki tarafından alınırken, kalanlar yıkanarak yer altı sularında kirliliğe neden olur veya gaz halinde kaybolur. Böylece her yetiştirme döneminde yeniden sentetik azotlu gübre vermek gerekir.

Organik tarım, sentetik gübre kullanımını yasaklarken; izin verilen hayvan gübresi, yeşil gübreleme, kompost ve benzeri uygulamalarda hektar başına toprağa katılan azot miktarını 170 kilogram ile sınırlamaktadır. Bu uygulamalar topraktaki organik madde miktarını yıldan yıla artırır ancak %25-30 gibi belirli bir kısmı o yılda yarayışlı hale geçer, diğer kısımlar ise sonraki yıla saklanır. Yani organik uygulamalar eklemeli etki yaratıp karbon bağlarken, sentetik azotlu gübrelerin her yıl yeniden eklenmesi zorunlu olduğu için tekrar tekrar karbon salımına yol açar.

Sentetik azotlu gübre uygulamaları ayrıca toprak mikroorganizmalarının solunum sonucu çıkardıkları karbondioksiti tetikler. Sentetik fosforlu gübreler ise bitki kökleri ile simbiyotik yaşayan mikroorganizmaların gelişmelerini baskı altına alarak toprağın karbon bağlama kapasitesini olumsuz etkilemektedir.

Endüstriyel hayvancılık hava kirliliğine yol açıyor

Endüstrileşmiş hayvancılık işletmeleri küresel ölçekte karbondioksitten daha fazla olumsuz etkisi olan metan salımının %37’sine, azot oksitlerin ise %65’ine neden olmaktadır. Organik hayvancılık ise alan bazlı ve kurallara uygun olarak yapılmakta ve böylece endüstrileşmekten kurtularak seyrelme etkisi ile sera gazı emisyonlarını azaltmaktadır.

İlgili yönetmeliklere göre, organik hayvancılıkta sürü büyüklüğü sınırlanmaktadır. Örneğin, organik tavukçulukta her barınakta en fazla 4.800 adet etlik piliç, 3.000 adet yumurta tavuğu bulunabilir. Ayrıca, hayvan başına gerekli en düşük iç ve dış alan belirlenmiş olup hektar başına 2 büyükbaş hayvan birimi ile sınırlandırılmıştır.

Düşük yoğunlukta hayvancılık ile metan ve azot kirliliğini azaltmak mümkündür. İşletme içi gübre ve diğer atıklar kullanılarak yem üretimi döngüsü sağlandığında taşınma ile ortaya çıkan emisyonlar azalırken, karbon bağlama kapasitesi artmakta ve böylece karbon bütçesi olumlu yönde gelişmektedir.

Gaz olarak uygulanan pestisitler iklim için 300 kat daha tehlikeli

Yapılan on yıllık bir araştırmaya göre, kompostlaştırılan inek gübresinin kullanıldığı bir ekim nöbetinde bitkilerin daha iyi gelişmeleri ile yılda hektar başına iki ton karbon bağlandığı hesaplanırken, endüstriyel üretimde karbon emisyonları ortaya çıkmıştır. Pestisitlerin -özellikle gaz olarak uygulananların- gerek üretim gerekse uygulanma aşamasında, karbondioksitten 300 kat daha fazla tehlikeli olan azot oksitlerin emisyonuna yol açtığı belirtilmektedir.

 

Politika desteğiyle organik gıdaya erişmek mümkün

Organik ürün pazarı küreselleşse de temel ilkeleri arasında yerel üretimin yerelde tüketilmesi gelmektedir. İç denetime dayalı katılımcı sertifikasyon uygulamaları birçok ülkede üretici ve tüketici işbirliği ile iç pazar için geliştirilmektedir. Çok sayıda organik ürün tüketicisi, tercihini yerel ürünler yönünde kullanarak bu ürünlerin uzun mesafeli taşınmalarını ve yarattığı sera gazı emisyonlarını azaltmada önemli bir etki yaratmaktadır. Bazı özel organik tarım standartları da aynı gerekçelerle organik ürünlerin uçakla taşınmasına izin vermemekte veya Bioswiss standardında olduğu gibi iç pazardaki ithal ürünlerde logo kullanımına ancak iç üretim yeterli değilse izin vermekte ve aksi halde ise farklı logo kullanılmaktadır.

Onarıcı tarım uygulamaları da organik tarımın temel ilkelerine uygun, başarılı sonuç vermiş uygulama ve yöntemleri bir araya getirerek yaygınlaştırmaya çalışmaktadır.

Sonuç olarak, her ölçekte kendine yeterli ve mevcut ekolojik ve sosyo-ekonomik koşullara göre bilgiyle tasarlanmış, karbon pozitif hedef koyan sistemlerle hem sağlıklı ürün hem de sürdürülebilir kalkınma sağlanabilir. Doğru politikalar ve bilgi paylaşımı ile ekolojik koşulları ve döngüleri esas alan organik sistemlerin geliştirilmesiyle birlikte herkese yeterli, erişilebilir fiyatta sağlıklı gıda ve gıda dışı ürün üretilmesi mümkündür.

 

Kaynaklar:

İlgili Bağlantılar:

12 Eki

%100 Ekolojik Pazarlar yeni üreticileriyle daha bereketli

Buğday Derneği danışmanlığında kurulan %100 Ekolojik Pazarlar yeni üreticilere ev sahipliği yapmaya başladı.

Buğday Derneği ve Şişli Belediyesi işbirliğiyle ilk olarak 2006 yılında Şişli, Feriköy’de 45 tezgah ve 25 üretici ile kurulmaya başlayan %100 Ekolojik Pazarlar, bugüne kadar yaklaşık 900 taze sebze ve meyve üreticisinin sertifikalı ürünlerini alıcısıyla buluşturdu. Sadece İstanbul’da haftalık ortalama 5 bin hanehalkına hizmet veren %100 Ekolojik Pazarlar, 14 yıldır sağlıklı ve güvenilir alışverişin adresi olmaya devam ediyor.

İlçe belediyelerinin başkanlığında bir araya gelen Buğday Derneği, %100 Ekolojik Pazarlar müşterileri, üreticileri ve esnafının oluşturduğu pazar komisyonları, boşalan tezgahlar için dönem dönem açılan başvuruları değerlendirerek yeni üreticilerin pazarlara dahil edilmesi sürecini üstleniyor.

2019 yılında yapılan başvurular çerçevesinde İstanbul’daki %100 Ekolojik Pazarlar’da 24 organik tarım üreticisi daha tezgah sahibi olarak ürünlerini müşterilerine ulaştırma şansı buldu. Pazarlarda sadece kendi yetiştirdiği ürünleri satan üreticilerin artmasına özen gösteren pazar komisyonları tarafından 2019 güz döneminde yapılan değerlendirmeler sonuçlandı. Bu kapsamda, 2020 yılı içerisinde katılan yeni üreticiler ile birlikte %100 Ekolojik Pazarlar daha bereketli, daha renkli bir paylaşım mekanı haline geldi.

Yer sıkıntısı olan Bakırköy %100 Ekolojik Pazar’a iki yeni üretici dahil olurken, birçok yeni üreticiye şans veren Kartal ve Şişli %100 Ekolojik Pazarlar’ın tezgah sahibi profili ve dağılımı şu şekilde değişti:

 

Tezgah profili Şişli %100 Ekolojik Pazar Kartal %100 Ekolojik Pazar
Yemek 4 2
Kozmetik, deterjan grubu 3 3
Sadece kendi ürünlerini satan taze sebze ve meyve üreticisi 35 19
Hem kendi taze ürünlerini satan hem de aracılık yapan üreticiler 12 7
Sadece kendi mamul (paketli) ürünlerini satan üreticiler 11 6
Hem kendi hem başkalarının mamul ürünlerini satan üreticiler 6 4
Üretici olmayan, üretici temsilciliği yapan pazarcılar 14 12

 

Sonuç olarak, Şişli %100 Ekolojik Pazar’da organik sertifikalı gıda ürünü satanların (yemek ve kozmetik grubu hesaba dahil edilmemiştir) %82’si, Kartal %100 Ekolojik Pazarda ise %75’i üretici niteliği taşıyor.

Üreticilerin kalıcı çözüme ve desteğe ihtiyacı var

Ürünlerine pazar bulabilmek için Türkiye’nin dört bir yanından İstanbul’a ve diğer büyük şehir merkezlerine ulaşmak zorunda kalan üreticiler ulaşım maliyetlerini karşılamakta da güçlük çekiyor. Her ne kadar yerelde pazarlama ekolojik yaklaşımın önceliklerinden olsa da, organik üretici için Türkiye şartlarında bu pek mümkün görünmüyor. Çünkü talebin büyük bir kısmı İstanbul başta olmak üzere büyük şehirlerde yoğunlaşmış durumda. Böyle olunca da, %100 Ekolojik Pazarlar’ın kurulduğu ilçe belediyeleri tarafından tezgah tahsisi yapılan birçok üretici, büyük umutlar ile aldıkları pazar tezgahlarını her geçen gün artan ulaşım maliyetleri sebebiyle boş bırakıyor ya da kendileri gelemediği için ürünlerini satabilecek temsilciler bulmak zorunda kalıyorlar. Bir kısmı da sadece kendi yetiştirdiği ürünler ile maliyetleri karşılayamadığından şirket kurarak aracılık yapmaya başlıyor. Bütün bu olumsuzlukların üstüne bir de salgın eklenince müşteri kayıpları kaçınılmaz oluyor.

Organik pazarlarda daha fazla üretici, daha az üretici temsilcisi (pazar esnafı) görmek isteyen müşteriler; salgın, tatiller, yağışlı hava, otopark sorunu vb. sebeplerle pazarlara gelemeyip, evlere servis yapan e-ticaret sitelerine veya sermaye desteğindeki marketlerin organik raflarına yöneldikçe; binbir zorluk ve maliyete katlanan üreticiler de organik pazarlara gelemiyor, çünkü ürün satışları maliyetlerini karşılamaya yetmiyor.

 

%100 Ekolojik Pazarlar yeni üreticileriyle daha bereketli!

 

Maliyetlerini karşılayamayan üreticilerin boş bırakmak zorunda kaldığı tezgahlar pazarlarda resmi tezgah verilerine göre daha fazla pazarcı veya temsilci görünmesine sebep oluyor. Üretici sayısının az görünmesinin önemli bir sebebi de üreticilerin bir veya birkaç çeşit ürün üretmesi veya narenciye gibi tek bir ürün grubuna yönelik üretim yapması ile düzenli olarak pazarlarda yer alamaması.

Organik, güvenilir ve sağlıklı ürün arayışındaki tüketicilerin pazarlara gelememesi, özellikle uzak bölgelerden taze sebze ve meyve getiren üreticilerin maliyetlerini karşılamamasıyla bir kısır döngü yaratıyor. Bu durum iç pazara yönelik üretim yapan çiftçilerin organik tarımı bırakmasına ya da e-ticaret siteleri, market zincirleri gibi satış noktalarına mecbur bırakarak %100 Ekolojik Pazarlar’daki üretici-türetici arasında kurulan bağın kopmasına neden oluyor.

Son on yılda organik tarım yapılan arazi miktarında ve organik üretici sayısında artışlar yaşansa da; talep yetersizliği, yüksek girdi maliyetleri, iklim krizi ile boğuşan üreticiler, 2019’da Tarım ve Orman Bakanlığı’nın organik tarım desteklerine getirdiği kısıtlamaların da etkisiyle iç pazara yönelik üretim yapmaktan kaçınıyor. Türkiye genelinde yaklaşık 75 bine ulaşan organik tarım üreticisinin sadece birkaç yüzlük kısmı iç pazara ve organik pazarlara taze sebze ve meyve üretiyor.

Buğday Derneği Genel Müdürü Batur Şehirlioğlu, organik tarım üreticilerinin desteklenmesi yönünde atılması gereken adımlara dikkat çekerek şu açıklamayı yaptı: “Tarım ve Orman Bakanlığı’nın organik tarıma geçiş sürecinden sonraki desteklemelerini kaldırması organik tarımın iç pazarda gelişmesi için emek veren birçok çiftçiyi olumsuz etkiliyor. Bu kararın etkisiyle 2020 yılında hem organik tarım alanı hem de üretici sayısında ciddi bir düşüş yaşanacağını tahmin ediyoruz.  Bakanlığımız organik tarımı ihracat odağından çıkartacak, iç pazarı teşvik edecek stratejiler geliştirmeli, iç pazara yönelik üretim yapan organik tarım üreticilerine desteklemelerde pozitif ayrımcılık yapmalı. Organik ürünlere yönelik talep yetersizliği, artan girdi maliyetleri, lojistik sorunları ile birlikte özellikle organik gıda ve diğer gıda ürünlerine yönelik artan bilgi kirliliği de hesaba katıldığında, ne yazık ki üreticiler için kalıcı çözüm sunabilecek, uzun vadeli bir organik tarım stratejik planımız bulunmuyor.”

 


18 Tem

Organik üretim krizlere rağmen büyüyor

Yoğun tarımsal girdi (tarım zehiri, kimyasal gübre) kullanımına ve uzun tedarik zincirlerine dayalı endüstriyel tarım sistemi sorunlara çözüm sunmak yerine krizi daha da derinleştirerek küresel bir boyuta taşırken, salgın nedeniyle insanların bağışıklık sistemlerini kuvvetlendirmek amacıyla sağlıklı beslenmeye yönelmesi, organik gıda sektörü için önemli sonuçlar doğuruyor.

Dünya genelinde pandemiye dönüşen koronavirüs tarım ve gıda sektörünün önemini bir kez daha ortaya koydu. Uzmanlar, koronavirüs ile mücadelede alınacak önlemlerin yanı sıra dengeli ve doğru beslenmenin önemine işaret ederken, insan bedenini hastalıklara karşı koruyan ve bağışıklık sistemini güçlendiren gıdaların nasıl yetiştirildiğine de dikkat edilmesi gerektiğini söylüyor. AB tarafından gerçekleştirilen bir araştırmaya göre, ekolojik meyve ve sebzeler en az yüzde 40 daha fazla antioksidan ve daha yüksek seviyede demir ve çinko içeriyor. Çünkü ekolojik üretimde yetiştirilen ürünler daha az “zorlanıyor”, yani büyümeleri genellikle daha yavaş oluyor, böylece organizmalar bileşimlerini sentezlemeye zaman bulabiliyor.

Tüketicilerin sofrasına gelen gıda konusunda tercihlerini gözden geçirmeye başlamasıyla beraber, doğaya uyumlu ve toprağa zarar veren zehirli kimyasalların kullanılmadığı organik gıdalara yönelik talep de artıyor. Sektörün uzmanları, sağlıklı beslenmeye yönelik talebin kalıcı olacağını ve organik pazarın önemli bir büyüme göstereceğini belirtiyor.

Verilerle organik tarım ve gıda pazarının geleceği

Dünyada ve Türkiye’de tüketicilerin sağlıklı ve güvenilir gıdaya ulaşma yolundaki çabaları sürerken, sürekli artan girdi maliyetleri ve çevresel sorunlar nedeniyle çiftçiler de kimyasal-yoğun endüstriyel tarımdan vazgeçerek organik veya diğer doğa dostu yöntemlere yöneliyor. Yaşanılan salgın sürecinde sağlığın her şeyin önüne geçmesi bağışıklık sistemini güçlü tutmak için organik beslenmenin önemini bir kez daha açığa çıkarmış oldu.

Üretici ve tüketici taleplerine bağlı olarak organik gıda pazarında istikrarlı bir gelişim ve büyüme gerçekleşmiş durumda. Organik Tarım Araştırmaları Enstitüsü (FİBL) ve Uluslararası Organik Tarım Hareketleri Federasyonu (IFOAM)’ın dünyada organik tarımın mevcut durumunu ortaya koyduğu son raporda, 2018 yılı verilerine göre dünya genelinde 2.8 milyon üretici 71.5 milyon hektar alanda organik tarım yapıyor. (1)

Kıtalara göre toplam organik alanlarına karşılaştırmalı olarak bakıldığında %50’lik bir pay ile Okyanusya’yı görmekteyiz. Onu %22 ile Avrupa, %11 ile Latin Amerika ve %9 ile Asya izliyor. En geniş organik tarım alanına sahip ülke listesinde Avusturalya 35.687 milyon hektarla ilk sırada yer alırken, Türkiye de son 10 yılda organik tarım arazisi alanını %98,3 arttırarak 646 bin hektara kadar genişletti.

Sahip olduğu toplam tarım arazisinde organik tarım alanının payı en yüksek olan kıtalar %8,6 ile Okyanusya ve %3,1 ile Avrupa’dır. Ülke sıralamasında, bir Avrupa ülkesi olan Lihtenştayn %38,5 ile ilk sırada yer alıyor. Türkiye ise %1,7 ile bu sıralamanın gerisinde kalmıştır.

186 ülkeden derlenen veriler, küresel ölçekte organik tarım arazilerinin önemli ölçüde arttığını, buna paralel olarak organik üretim yapan çiftçi sayısı ve organik perakende satışlarının da artmaya devam ettiğini gösteriyor. Organik gıda piyasası 2018 yılında dünya genelinde yaklaşık 97 milyar avroluk bir büyüklüğe ulaşmış durumda. Organik ürünler açısından ülkeler arasında en büyük pazarı 40.6 milyar avro ile ABD oluşturuyor. Onu Almanya (10.9 milyar avro), Fransa (9.1 milyar avro) ve Çin (8.1 milyar avro) takip ediyor. Avrupa Birliği’ne bir bütün olarak baktığımızda, organik pazar büyüklüğü 37,4 milyar avroyu buluyor. Avrupa bölgesinin toplam hacmi ise 40.7 milyar avro.

Raporda yayımlanan 2018 verilerine göre, dünya genelinde organik gıda ve içeceklere en yüksek kişi başı harcama (312 avro) İsviçre ve Danimarka’da yapıldı. Onları (231 avro) İsveç ve (221 avro) Lüksemburg izliyor. Türkiye’de bu rakam 1 avronun altında kalıyor.

Türkiye özellikle AB’ye yönelik ihracata dayalı olarak gerçekleştirdiği organik üretimi ile giderek büyüyen organik gıda sektöründeki yerini koruyabiliyor olsa da; tarımsal ürün çeşitliliği, zengin ekosistemi, uygun arazi yapısı, iş gücü ve uluslararası ticaret açısından sahip olduğu rekabet avantajlarına kıyasla pazardaki payı potansiyelinin çok altında seyrediyor.

Organik gıda tarafındaki verilere biraz daha yakından bakacak olursak: Türkiye 1996 yılında 8 adet organik ürün üretirken, bugün artık 79 bin 563 üretici ile birlikte 646 bin hektar alanda yaklaşık 250 farklı çeşit ürün üretiyor. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, Türkiye genelinde 2008’de 530 bin ton olan organik bitkisel üretim miktarı (geçiş süreci dahil) 2018’de 2 milyon 371 bin tona yükselmiş durumda. Türkiye aynı zamanda; İtalya, Almanya, Hollanda, ABD, Japonya, İngiltere ve Kanada başta olmak üzere 40’tan fazla ülkeye organik ürün ihraç ediyor.

Dünya Gazetesi’nin haberine göre, 2018 yılında 95 milyar doları aşan ve geçtiğimiz yıl 100 milyar doların üzerine çıkan küresel organik gıda satışlarının bu yıl %25’in üzerinde büyümesi ve beş yıl içinde 150 milyar dolarlık bir pazara ulaşması bekleniyor. Organik Ticaret Birliği (OTA), ABD’de organik gıda satışlarının 50 milyar doların üzerine çıktığını ve 2020 yılı ilkbahar döneminde satışların %20’den fazla arttığını bildirdi. Öte yandan, Çin’de organik gıda pazarının 2022 yılında 31 milyar dolarlık büyüklüğe ulaşması öngörülüyor. (2)

Avrupa pestisitlere dayalı tarım sisteminden vazgeçiyor

Mevcut tarım ve gıda sisteminin sürdürülemeyeceğini kabul eden Avrupa Komisyonu yayımladığı Çiftlikten Çatala (F2F) ve Biyoçeşitlilik (BDS) strateji dökümanlarında, biyoçeşitliliği ve toplum sağlığını Avrupa Gıda Politikası’nın merkezine alan ve pestisit kullanımını azaltmaya yönelik hedefler belirlediğini açıkladı. Hem F2F hem de BDS’de ortaya konan çaba ile 2030 yılına kadar pestisitlerin genel kullanımının ve yüksek derecede tehlikeli pestisit kullanımının %50 azaltılması, pestisitlerin agroekolojik uygulamalarla değiştirilmesi, 2030 yılına kadar AB’nin tarım arazilerinin %25’inin organik tarıma ayrılması ve nihayetinde pestisitlerin AB kentsel yeşil alanlarında da yasaklanması hedefleniyor.

AB Komisyonu’nun kararını değerlendiren IFOAM EU (Avrupa Birliği Uluslararası Organik Tarım Hareketleri Federasyonu) Başkanı Jan Plagge, çevreye kanıtlanmış faydalarının yanında, başarılı bir ekonomik model olan organik tarımı sürdürülebilir gıda sisteminin temeli haline getirmenin doğru bir karar olduğuna dikkat çektiği açıklamasında: “İklim ve biyolojik çeşitlilik krizini ele almak ve tarım sistemlerimizi daha dayanıklı hale getirmek istiyorsak AB tarımını dönüştürmemiz gerekiyor. F2F stratejisi, AB vatandaşlarının gıda sistemimizin geleceğine dair açık bir görüş sağlıyor.” dedi. (3)

IFOAM AB Grubuna göre, OTP’nin mevcut kırsal kalkınma politikaları veya eko-şemalar gibi yenilikçi araçları sayesinde organik dönüşüm ve onarımın kazancına yönelik gerekli bütçeyi sağlaması durumunda, AB’deki organik tarım arazilerinin %25’e ulaşması mümkün. Danimarka gibi ülkelerde itme-çekme yaklaşımının organik tarımı arttırmada başarılı olduğu kanıtlanmıştır. Dolayısıyla, promosyon programları ve yeşil kamu alımları yoluyla okullarda ve hastanelerde organik ürünlerin payını artırmak gibi talep yönlü önlemleri dahil etmek akıllıca bir seçim olarak görülüyor.

Türkiye organik tarımda hedef büyüttü

“Organic Foods & Beverages – Global Market Trajectory & Analytics” raporuna göre küresel organik gıda ve içecek pazarı 2025 yılına kadar yıllık ortalama yüzde 14.8 büyüme gösterecek. Bu dönem içinde Avrupa’da en büyük büyüme 8.9 milyar dolarla Almanya’dan gelecek. Avrupa’daki diğer pazarlarda da 5-6 yıllık zaman zarfında 10.8 milyar dolar talep oluşması bekleniyor. (4)

FIBL ve IFOAM tarafından yayımlanan son rapor da, 40.1 milyar avroya erişen Avrupa parakende satış piyasasının büyümeye devam ettiğine dikkat çekiyor. ABD’den sonra dünyadaki ikinci en büyük organik pazar payına sahip olan AB, bu rakamın 37.4 milyar avroluk kısmını üstleniyor. Almanya ise 10.9 milyar avro ile AB ülkeleri arasında liderliğini koruyor.

2018 yılında 3.3 milyon ton organik ürün ithal eden AB’nin en büyük tedarikçisi Çin. Türkiye ise Ukrayna ve Rusya ile birlikte AB’nin en büyük tahıl tedarikçisi konumunda. AB ülkelerinin organik turunçgil ithalatında yüzde 25 paya sahip olan Türkiye, organik sebze ithalarında da yüzde 17’lik bir paya sahip. Türkiye, AB’nin organik yağlı tohum alımı için de tercih ettiği pazarlar arasında.

Dolayısıyla, AB’nin en büyük organik gıda tedarikçilerinden biri olan Türkiye için Avrupa’daki büyüme ve hedefler oldukça büyük önem taşıyor. Zira organik tarım standartlarında iyileştirme yönünde atılan adımlar, AB’nin ürün ithalatında da bu kriterlere uyum sağlayabilen ülkeleri tercih edebileceğini gösteriyor.

Ege İhracatçı Birlikleri Organik Ürünler Kurulu Başkanı Mehmet Ali Işık, Tarım Gazetecileri ve Yazarları Derneği (TAGYAD) tarafından düzenlenen TAGYAD Sohbetleri Toplantısı’nda, Türkiye’de organik sektörünün 30 yıl önce ithalatçıların talebiyle yola çıkmasına karşın bugün Türkiye’nin her tarafında yaygınlaştığına dikkat çekerek şu açıklamayı yaptı: “İlk önce Türkiye’nin dünya lideri olduğu incir, üzüm, kayısı ve fındık ile başlayan organik üretimimiz bugün gıdanın haricinde tekstil, pamuk, pamuk ipliği, yağlar, kozmetik olmak üzere pek çok sektöre yaygınlaştı. Türkiye’nin organik sektöründeki başarısının altında, kamu, üniversiteler, sivil toplum örgütleri, özel sektör ve sektörün diğer paydaşları arasındaki işbirliği yatmakta. Hep birlikte çalışarak Türkiye’nin organik altyapısını oluşturduk. Bugün 500 milyon Avro’luk bir sektör büyüklüğüne ulaştık. Dünya genelinde organik ürünler eskiden küçük reyonlarda satılırken bugün 2 bin çeşit organik ürün satan hipermarketler oluştu. 40’tan fazla ülkeye organik ürün ihraç ediyoruz. Hedefimiz Türk organik sektörünü 1 milyar Avro büyüklüğe yükseltmek” (5)



Gıda güvenliği her zamankinden daha önemli

Sağlıklı ve güvenilir gıdaya ulaşmanın giderek zorlaştığı günümüzde tüketiciler gıdanın güvenilirliğini sorgulama konusunda daha hassas davranıyor.

Pazarlarda, dükkânlarda, doğal ürün sattığını iddia eden çiftliklerin e-ticaret sitelerinde ya da kırsalda yol kenarlarında sıkça karşılaşılan “doğal ürün”, “köy ürünü”, “naturel ürün”, “hormonsuz”, “arılı ürün”, “hakiki ürün”, “saf ürün”, “%100 naturel” vb. ifadeler bir ürünün organik ya da ekolojik olduğu anlamına gelmiyor. Çünkü herkesin “doğal” tanımı ayrı. Kimine göre doğadan toplananlar, kimine göre tarlada zirai ilaca, serada hormona maruz kalmayan ürünler, kimine göre gıda katkı maddesi eklenmemiş olanlar, kimine göre de herhangi bir işleme maruz kalmadan üretilenler doğal olabiliyor.

Doğal ürün tanımında fikir birliğine varılabilmiş olsa da, cevaplanması gereken önemli bir soru daha var: “Bir ürünün doğal ürün olduğundan nasıl emin oluruz?” Bu noktada, uluslararası düzeyde ilke, kriter, standart ve yönetmeliklere gerek duyuluyor. Bu ortak kuralları ve dili oluşturmak da kendi başına yeterli değil. Bu ürünlerin bu sisteme göre yetiştirildiğinin, üretildiğinin kontrol edilmesi, belgelenmesi, etiketlenmesi, ayrıca bu belge ve etiketlerde bir standart ve ortak bir dil olması gerekiyor. Aksi halde doğal, naturel, hakiki, köy ürünü gibi ifadeler tüketiciyi yanıltmaktan, onun güven arayışından yarar sağlamaktan ve haksız bir rekabet ifadesi olmaktan öteye gitmez. Bu tip ifadeler herhangi bir standarda, yönetmeliğe ve belgeye dayanmadığı için suistimale açık. Gıda sektörüne karşı güvensizlik ve tüketicinin sağlıklı, güvenilir gıda arayışı, üretici firmaları bu tip ifadeler kullanmaya yöneltiyor ve ne yazık ki bu ifadeler sadece pazarlama yönteminin bir parçası.

Bir ürünün organik ürün olduğunu nasıl anlarız?

Organik ürünler, 5262 sayılı Organik Tarım Kanunu ve Organik Tarımın Esasları ve Uygulanmasına İlişkin Yönetmeliğe uygun olarak, tohumdan hasada, hasattan tüketicinin eline ulaşıncaya kadar tüm süreçlerde insan sağlığına zararlı hiçbir kimyasal girdi, katkı maddesi ve yöntem kullanılmadan, doğaya ve tüm canlılara zarar vermeden yetiştiriliyor, işleniyor, depolanıyor, ambalajlanıyor, etiketleniyor ve pazarlanıyor.

Bir ürün paketlenmiş ise organik ürün olduğunu üzerindeki etiketinden ve etiketinde bulunması gereken; organik tarım logosu, kontrol ve sertifika kuruluşu kodu ve logosu, Yönetmeliğe göre üretildiğine dair ifade ve sertifika numarasını bakarak anlaşılabilir. Şüpheli bir etiketleme söz konusu ise etiket üstündeki parti no, üretim tarihi ve sertifika numarası alınarak ilgili kontrol ve sertifika kuruluşu aranmalıdır.

Dökme (pazarlarda kilo/adet ile) olarak satılan bir ürünse (domates, biber, karpuz vb.) üreticinin müteşebbis sertifikası ve ürüne ait düzenlenmiş ürün sertifikalarından organik olup olmadığı anlaşılabilir. Üretici değil manav vs gibi bir satıcıdan/aracıdan alınıyor ise ürünün sertifikası dışında faturası da muhakkak sorulmalı, sertifikadaki ürünler ile satılan ürün karşılaştırılmalı, sertifika ve fatura tarihi kontrol edilmelidir.

Her sertifika “organik ürün sertifikası” değildir. Türkiye’ de “iyi tarım uygulamaları” ürünlerine de sertifika verilmektedir. Bu ürünler kimyasal girdilerin asgari miktarda ve doğru kullanıldığı ve hijyenik koşullara dikkat edilerek üretilen kontrollü ve sertifikalı ürünlerdir, sağlık ve çevreye etkileri açısından organik ürünlerle karşılaştırılamazlar.

  • Buğday Derneği ve National Geographic Türkiye işbirliğiyle yayımlanan 101 Soruda Organik Ürün Rehberi’ni buradan okuyabilirsiniz.

Sağlıklı gıda talebi karşılık buldu, 16 tarım zehiri yasaklandı

Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği’nin Avrupa Pestisit Eylem Ağı ile ortaklaşa yürüttüğü Zehirsiz Sofralar Projesi kapsamında açılan kampanyayı imzalayan 135 bin kişi, Tarım ve Orgam Bakanlığı’ndan sağlık ve çevre için çok tehlikeli tarım zehirlerinin yasaklanarak alternatif tarım yöntem ve tekniklerinin desteklenmesi ve yaygınlaşmasını talep ediyor. Proje kapsamında 100’den fazla sivil toplum kuruluşunun oluşturduğu Zehirsiz Sofralar Sivil Toplum Ağı tarafından, hem üreticilerde hem de tüketicilerde bu konuda bir farkındalık yaratmak amacıyla bilgilendirici rehberler ve 16 bölümlük bir belgesel serisi hazırladı. Karar vericilere yönelik olarak da Zehirsiz Sofralar için Yol Haritası sunuldu.

Zehirsiz Sofralar Sivil Toplum Ağı’nın Nisan 2019’dan beri yürüttüğü çalışmalar kamuoyunda ve karar vericiler nezdinde karşılık bulmaya devam ediyor. Dünya Sağlık Örgütü tarafından “son derece tehlikeli”, “yüksek seviyede tehlikeli” ve “muhtemel kanserojen” olarak belirlenen ve pestisitlerde kullanılan 13 etken maddeden 4’ünün (difenacoum, cyfluthrin, methomyl, methiocarb) aralarında yer aldığı 16 etken madde Meclis ve Bakanlık gündemine gelmesinin ardından, kampanyanın altıncı ayında Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından yasaklandı.

Karar için “bu olumlu bir adım ve kullanılan diğer tüm pestisitlere yönelik de aynı kararın alınmasını bekliyoruz” açıklamasını yapan Zehirsiz Sofralar Sivil Toplum Ağı; AB Komisyonu’nun pestisit kullanımının %50 azaltılması, pestisitlerin agroekolojik uygulamalarla değiştirilmesi, 2030 yılına kadar AB’nin tarım arazilerinin %25’inin organik tarıma ayrılması ve nihayetinde pestisitlerin AB kentsel yeşil alanlarında da yasaklanması yönündeki kararını örnek göstererek, Türkiye’nin AB geçiş sürecinde bugüne kadar 180’in üstünde pestisit etken maddesinin yasaklandığını ancak meselenin sadece pestisitleri yasaklamak değil, mevcut tarım sisteminin sürdürülemezliğini görüp ekolojik, sağlıklı, adil ve sürdürülebilir bir tarım – gıda sistemine bir an evvel geçebilmek için AB gibi hedefleri ve yol haritasını belirlemek olduğunu belirtti. (6)

  • Yasaklama kararı ile ilgili detayları buradan okuyabilirsiniz.

 

Zehirsiz Sofralar Sivil Toplum Ağı, platform olma, sadece pestisitler konusunda değil; gıda güvenliğini ilgilendiren tohum, organik tarım ve iklim gibi farklı alanlarda da ağlar kurarak çalışmalarına devam etme kararı aldı. Ağ üyelerinden Ekolojik Tarım Organizasyonu Derneği Başkanı Prof. Dr. Uygun Aksoy, katıldığı TAGYAD Sohbetleri Toplantısı’nda; Türkiye’de organik tarım ile ilgili bilgi kirliliğinin önüne geçilmesi için sektörde faaliyet gösteren kurumların da yer alacağı bir organik ağ ile sektörün daha hızlı büyümesini hedeflediklerini kaydetti.

“Tüketici güvenini kazanmak ve iç pazarı genişletmek için stratejik plan hazırlıyoruz” diyen Aksoy sözlerini şöyle tamamladı: “Sorunları analiz edip, bir yol haritası izlemeliyiz. Türkiye organik ağında bu da gündeme gelecek. Ortak hareket edersek dünyada ön sıralarda yerimizi alırız. Öncelikle kendi insanımızın sağlığı için organik sektörünü desteklemeliyiz.”

Güvenilir gıda konusunda hepimize sorumluluk düşüyor. Üreticinin sorumluluğu nasıl kaliteli ve sağlıklı olanı üretmekse, tüketicinin sorumluluğu da sağlıklı gıdanın sürekliliği ve yaygınlaşması için bireysel tercihlerini organik olandan yana kullanması. Organik ürün kullanmak sadece bugün, kendimizin ve çocuklarımızın sağlıklı kalabilmesi için değil; gelecek kuşakların yaşamasını düşlediğimiz dünya için yapılan bir tercih.

Kaynaklar:

(1) The World of Organic AgricultureStatistics and Emerging Trends 2020

(2) Organik gıda pazarı COVID ile büyüyor!

(3) IFOAM EU welcomes landmark decision to put organic at the heart of future European food system

(4) Organic Foods & Beverages – Global Market Trajectory & Analytics

(5) Türk organik sektörü 1 milyar Avro büyüklüğe ulaşma hedefi koydu

(6) Başardık: 16 Tarım Zehiri Yasaklandı

Haber: Ayşe Nur Ayan (Buğday Derneği İletişim Ekibi)

25 May

Araştırmalar kanıtlıyor: Organik tarım dünyayı doyurabilir

Buğday Derneği Genel Müdürü Batur Şehirlioğlu TEB Kobi TV’ye konuk oldu.

Araştırmalar kanıtlıyor: Organik tarım dünyayı doyurabilir!

Araştırmalar kanıtlıyor: Organik tarım dünyayı doyurabilir!Genel Müdürümüz Batur Şehirlioğlu TEB Kobi TV'ye konuk oldu…

Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği paylaştı: 22 Nisan 2018 Pazar