Kayseri’de Zehirsiz Gıdanın Adresi Kocasinan %100 Ekolojik Pazar 12. kez açıldı!
2013 yılından beri Ağustos-Kasım ayları arasında Kayseri’de hizmet veren Kocasinan %100 Ekolojik Pazar bu yıl da 11 Ağustos’ta açıldı. Kapadokya Organik Tarım Üreticileri Birliği Derneği (KAPTAR), Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği, Kocasinan Belediyesi ve Kayseri Tarım ve Orman İl Müdürlüğü iş birliği ile yürütülen %100 Ekolojik Pazar, kasım ayına kadar her pazar günü 07.00-17.00 saatleri arasında Erciyesevler pazar alanında organik ve sağlıklı ürünler sunmaya devam edecek.
Kapadokya Organik Tarım Üreticileri Birliği Derneği’nin çatısı altında Kayseri’nin 7 ilçesindeki 570 dekar alanda organik sertifikalı üretim yapan 32 çiftçi, yerel ve mevsimsel ürünlerini %100 Ekolojik Pazarlar güvencesiyle tüketicilere aracısız olarak ulaştırma imkânı buluyor. %100 Ekolojik Pazarlar ekolojik tarımı yaygınlaştırırken üreticiyi desteklemeyi, gezegeni ve varlıkları korurken aynı zamanda soframızı da şenlendirmeyi ve bu doğrultuda tüketicileri bilinçlendirmeyi amaçlıyor.
KAPTAR Yönetim Kurulu Başkanı Yeşim Bekyürek, “İklim değişikliğinin her geçen gün üretim şartlarımızı zorlaştırdığı ağır bir süreçten geçiyoruz. Bir taraftan değişken iklim şartları bir taraftan üretim yükünü kaldıramayıp üretimi bırakan üreticilerimize rağmen ayakta kalıp organik pazarımızı her sene açmaya ve tüketicilerle buluşmaya gayret ediyoruz. Bu süreçte tüketicilerimizin bizi her zamankinden daha çok desteklemelerini bekliyoruz.” sözleri ile iklim krizinin etkilerini dile getirdi.
Zehirsiz Sofralar Zehirsiz Pazarlar
Kayseri’de zehirsiz gıdaya erişmek isteyen tüketicilere güvenilir gıda sağlayan ve organik sertifikalı üretim yapan çiftçilerin ürünlerini pazarlayabilmesi için imkân sağlayan %100 Ekolojik Pazar yerel üreticilerin tezgâhlarına ev sahipliği yaparak üreticiden tüketiciye doğrudan ve adil bir üretim ve pazarlama modeli ile diğer belediyelere de öncülük ediyor.
%100 Ekolojik Pazar’da, 2023 yılı verilerine göre, 143.317,30 kg taze sebze ve meyve satışı gerçekleşirken; üreticilerin elde ettikleri toplam kazanç, iklim krizine bağlı olarak azalan ürün miktarına rağmen, 3.377.110,00 TL’ye ulaşmış durumda. Son 9 yılda 1.465.853,46 kilogram taze sebze ve meyve satışı gerçekleştiren üreticiler toplam 9.810.895,00 TL kazanç elde ederek üretim kapasitelerini geliştirmeye devam ediyor.
Buğday Derneği Genel Müdürü Batur Şehirlioğlu, Kocasinan’da açılan %100 Ekolojik Pazar’ın önemine şu sözlerle dikkat çekti; “Üretici örgütlenir; devlet üretimi, yerel yönetimler de sivil toplum örgütlerinin katkıları ile organik pazarları destekler; üretim ve tüketimde yerellik sağlanarak organik pazarlar üreticiden tüketiciye hale gelirse hem sürdürülebilirlik sağlanıyor hem de organik ürünlerdeki fiyatlar aşağı çekilebiliyor. Kayseri’deki organik pazar fiyatları İstanbul, Ankara ve İzmir’deki organik pazarların neredeyse yarısı bir bedel. Buğday Derneği olarak, Tarım ve Orman Bakanlığımızı ve yerel yönetimleri iş birliği içinde hem üretim hem pazar ayağı bir arada olacak şekilde organik tarımı desteklemeye çağırıyoruz. Kocasinan %100 Ekolojik Pazar modelinin yaygınlaşmasını temenni ediyoruz.”
Kayseri Kocasinan
%100 Ekolojik Pazar
Taze sebze ve meyve
Toplam satış (KG)
Taze sebze ve meyve
Ciro (TL)
2015
139.181,35
327.704,50
2016
183.511,46
477.383,00
2017
151.817,10
394.645,00
2018
159.592,35
591.293,00
2019
187.261,30
716.545,00
2020
159.062,75
722.591,50
2021
161.344,85
957.881,00
2022
180.765,00
2.245.742,00
2023
143.317,30
3.377.110,00
TOPLAM
1.465.853,46
9.810.895,00
Sadece zehirsiz ve organik sertifikalı ürünlerin satıldığı %100 Ekolojik Pazarlar ekolojik tarımın yaygınlaşmasıyla birlikte, gelecek kuşaklar için daha yaşanabilir bir dünya ve sağlıklı bir toplum yolunda dönüşüme hizmet ediyor. Türkiye’de ekolojik ürünlerin ve pazarların yaygınlaşması için çalışan Buğday Derneği’nin öncülüğünde, ilk olarak 2006 yılında İstanbul – Şişli’de açılan %100 Ekolojik Pazarlar, Kartal ve Bakırköy’ün ardından, İstanbul dışında Kayseri Kocasinan’da ve İzmit’te hizmet vermeye başladı. Böylece ekolojik ürünler daha çok tanınır, bilinir ve ulaşılabilir hale geldi.
Her Şey Kayıt Altında ve İzlenebilir
Buğday Derneği, oluşturduğu %100 Ekolojik Pazar Standartları ile organik pazarların sağlıklı işleyen ve güvenilir bir model olarak yaygınlaşmasına öncülük ederek üstlendiği bu rolü, hazırladığı internet veri tabanı ile daha da ileriye taşıyor. Yerel yönetim yetkilileri, ürünlerin satış verilerini tarih, satıcı, üretici, ürün, çeşit, miktar, fiyat ve mali belgeler bazında kayıt altına alıyor. Belediyelerin yanı sıra, Buğday Derneği ve proje ortağı olan sivil toplum kuruluşları ile birlikte, Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından da denetimleri yapılan %100 Ekolojik Pazarlar’da, düzenli olarak ürünlerden numune alınarak akredite laboratuvarlara gönderiliyor. Kalıntı çıkan veya sertifika kapsamı dışında ürün sattığı tespit edilen üreticiler ve esnaf pazardan men ediliyor. Kayseri Kocasinan %100 Ekolojik Pazar da Kapadokya Organik Tarım Üreticileri Birliği Derneği’nden bir ziraat mühendisi tarafından düzenli olarak kontrol ediliyor ve kalıntı analizi yapılıyor.
Pestisitler en çok anne karnındaki bebeklere ve çocuklara zarar veriyor. Anne sütünde, yeni doğan bebeklerin göbek bağında ve ilk dışkılarında bile pestisit kalıntıları bulunuyor. Oysa araştırmalar, hamilelik döneminde organik ürünler ile beslenmenin pestisit maruziyetini önemli ölçüde azalttığını söylüyor.
Enviroment International’da yayınlanan bir araştırma, hamilelik döneminde pestisit maruziyetini inceledi. Hamile kadınlarla yapılan ilk uzun dönemli organik beslenme çalışmasını gerçekleştiren araştırmacılar, hamileliğin son altı ayında pestisit (tarım zehiri) kullanımının yaygın olduğu konvansiyonel meyve ve sebzeler yerine organik beslenmenin piretroid grubu böcek zehirlerine maruziyeti önemli ölçüde azalttığını ortaya koydu.
Sigara kullanmayan 18-35 yaş aralığındaki 20 hamile kadından haftalık olarak idrar numuneleri alındı. Piretroid insektisitlerin biyolojik belirteçlerinin analiz edildiği çalışmada, organik ürün tüketenlere kıyasla, konvansiyonel ürün tüketen grubun pestisit maruziyetinin 3.5 kat daha yüksek olduğu görüldü.
Doğum öncesinde piretroid grubu böcek zehirlerine maruz kalmak, çocuklarda nörolojik ve bilişsel gelişimi zayıflatıyor. Özellikle meyve ve sebze tüketimi piretroid grubu pestisitlere maruziyetin birincil kaynakları arasında yer alıyor. Araştırmanın sonuçlarına göre, hamile kadınların zehirsiz ve organik gıdalarla beslenmesi, anne karnından başlayarak çocukların sağlıklı gelişiminin sağlanmasında önemli bir fırsat sunuyor.
Zehirsiz Kampanya’ya destek olun, paylaşın, sesimize güç verin; geleceğimizi zehirleyen pestisitler yasaklansın: Change.org/ZehirsizSofralar
Sağlıklı gıdanın adresi %100 Ekolojik Pazarlar
Türkiye’de organik tarımın yaygınlaşması için yeni ve öncü bir model oluşturan Buğday Derneği’nin danışmanlığında kurulan %100 Ekolojik Pazarlar, Türkiye’nin birçok farklı noktasından 900’ün üzerinde üreticinin sağlıklı ürünlerini 15 yıldır tüketiciler ile buluşturuyor.
İlk olarak 2006 yılında İstanbul – Şişli’de açılan %100 Ekolojik Pazarlar, bugün Kartal ve Bakırköy’ün ardından, İstanbul dışında Kayseri Kocasinan’da ve İzmit’te hizmet veriyor. Tarım zehirlerini yani pestisitleri kullanmadan, organik sertifikalı üretim yapan üreticiler ve üretici temsilcileri, müşterileriyle kurdukları organik bağları her geçen gün daha da güçlendiriyor.
%100 Ekolojik Pazarlar hakkında ayrıntılı bilgi için www.ekolojikpazarlar.org sayfasını inceleyebilirsiniz.
Organik tarım üreticisi Halil Hallaç, Buğday E-Dergi’nin her sayısında bahçe ve balkonlarınızdaki bitkilerin sağlığı için kolayca uygulayabileceğiniz doğa dostu, pratik öneriler veriyor.
Zehirsiz gıda üretirken toprağı beslemek, bitkiyi korumak oldukça önemli. Haftada bir gün bahçeye gitmek yeterli değil, daha fazla gözlemlemek ve incelemek gerekiyor. Eğer ürününüzü bir hastalığa yakalatırsanız o ürünü sürüp geçmek zorunda kalırsınız, bir daha ürün alamazsınız.
Toprağı beslemek için büyükbaş hayvan gübresi kullanabilir veya evinizdeki organik atıklarla yaptığınız komposttan faydalanabilirsiniz. Ancak bunlar size zahmetli geliyor ise daha kısa bir zamanda etkili sonuçlar alabilmenizi sağlayacak, bitkilerinizin vitamin ihtiyacını karşılayacak doğa dostu bir yöntemim var. Gelin, birlikte deneyelim. […]
Halil Hallaç’ın yazısını Buğday E-Dergi’nin yeni sayısından okuyabilirsiniz. Abone olmak için buraya tıklayın.
Tarım ve Orman Bakanlığı’nın ev sahipliği yaptığı “Organik Tarım ve İyi Tarım Uygulamaları Sektör Toplantısı” gerçekleştirildi.
Toplantıya Tarım ve Orman Bakan Yardımcısı Ayşe Ayşin Işıkgece, Bitkisel Üretim Genel Müdürü Dr. Mehmet Hasdemir, Gıda Kontrol Genel Müdürü Harun Seçkin, Tarımsal Araştırmalar ve Politikalar Genel Müdürü Dr. Nevzat Birişik, Cumhurbaşkanlığını temsilen Uzman Nafiye Çavuş, Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği Genel Müdürü ve Zehirsiz Sofralar Platformu Temsilcisi Batur Şehirlioğlu, Ekolojik Tarım Organizasyonu Derneği Ankara Şube Başkanı Dr. Sabiha Ünal, Tarım Gıda Etiği Derneği Üyesi A. Ü. Ziraat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Erdoğan Güneş, Organik Ürün Üreticileri ve Sanayicileri Derneği (ORGÜDER) Yönetim Kurulu Başkanı Muharrem Doğan, Bakanlık bürokratları ve İyi Tarım Uygulamaları ve Organik Tarım Daire Başkanlığı personeli katılım sağladı.
Toplantıda Organik Tarım ve İyi Tarım Uygulamaları, iklim değişikliğinin tarımsal üretime etkileri, dünya genelinde ve ülkemizde yaşanan gıda israfı, tarımsal üretimdeki pestisit kullanımı, organik ürünlerin pazarlanmasında geliştirilen yöntemler, organik gıda tedarikçileri ve organik tarım yapan çiftçilerin DİTAP üzerinden buluşturulması gibi birçok konuda sektörün görüş ve önerileri alınarak değerlendirme yapıldı.
Ekolojik Tarım Organizasyonu Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Uygun Aksoy, dünyada ve Türkiye’de tarım sisteminin dönüşümünü ele aldığı yazısında, organik tarım uygulamalarının iklim krizi ile mücadeledeki önemine ve Türkiye’nin tarım stratejilerindeki eksikliklere dikkat çekti.
Yazı: Prof. Dr. Uygun Aksoy – Ekolojik Tarım Organizasyonu Derneği Yönetim Kurulu Başkanı
İklim değişiklikleri özellikle son yıllarda yaşamımızı derinden etkilemektedir. Günümüzde, iklim değişikliğinin yanında birçok tehdit ile karşı karşıya olan tarım, vazgeçilmez ve stratejik bir sektördür.
Çevreye olan etkileri ve iklim değişikliği açısından bakıldığında; tarım ve gıda üretiminde fosil yakıt, gübre ve pestisit kullanımı, girdilerin ve gıdanın üretim yerinden kullanıcıya kadar olan taşınması ve dağıtımı gibi süreçler de dâhil edildiğinde, tarımsal faaliyetlerin sera gazı emisyonlarındaki payı %30 civarında. Ancak ekolojik uygulamalara dayalı olarak yapılan tarım, iklim değişikliğine adaptasyon ve uzun vadedeki hedeflere erişim noktasında çözüm olarak ortaya çıkmaktadır. Ekolojik yönetim modelleri, bir yandan emisyon azalışı sağlarken diğer yandan artan karbon bağlama kapasitesi ile iklim krizine çift yönlü katkı sağlamaktadır.
Bakanlık organik tarımı göz ardı ediyor
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından hazırlanan “Türkiye İklim Değişikliği Stratejisi 2010-2023” belgesinde, sera gazlarının kısa vadeli kontrolüne yönelik organik tarım, arazi kullanımı ve tarım ve ormancılık alanında önerilen uygulamalar arasında yer alıyorken; son yıllarda Tarım ve Orman Bakanlığı’nın organik tarımı öncelikleri arasından çıkardığı görülmektedir.
“Türkiye Organik Tarım Stratejik Planı”nın 2016’dan sonra yenilenmemesi, desteklerin sürekli değişkenlik göstermesi ve yetersiz kalması; karşı çabaların organik tarımı temelsiz biçimde sorgulaması ile birlikte, beklenen katkıların sağlanamamasına neden olmuştur.
Gıda ithalatı çözüm değil, sorun yaratıyor
Sorulan sorulara doğru cevap alabilmek için organik tarımın neden ve nasıl geliştiği, bugünkü durumu ile gelecek stratejilerini ve bununla birlikte tarımda yaşanan sorunların gerçek nedenlerini iyi anlamak gerekir.
Birçok ülkede hızla artan nüfusu doyuracak, ucuz gıda temin etme telaşı ile 1950’lerde başlayan tarımda yoğunlaşma; daha fazla fosil yakıt, su ve sentetik girdi kullanımını ve endüstrileşmeyi beraberinde getirmiştir. Türkiye ve benzeri gelişmekte olan ülkelerde 1970’li yıllarda hissedilmeye başlayan bu etki, pazarın daha da fazla küreselleşmesi ile ülkelerin ekonomik açıdan ‘avantajlı’ oldukları ürünleri çok geniş alanlarda tek ürün (monokültür) halinde yetiştirmeleriyle sonuçlanmıştır. Fakat sadece doğadaki değil, tarımdaki çeşitlilik de azalmıştır. Türkiye gibi ithalatı çözüm olarak gören ülkeler hem ekolojik hem sosyo-ekonomik sorunlarla uğraşır hale gelmiştir.
Temel gıda maddelerinin üretim ve ticaretinde birkaç gelişmiş ülkenin pazara hakim olduğu görülmektedir. Ürün pazarındaki benzer gelişme tohum, gübre, tarım zehirleri, sulama sistemleri gibi üretim girdilerinin küreselleşmesine ve az sayıdaki uluslararası şirketin egemen olmasına yol açmıştır. Endüstriyel tarım ve gıda sisteminin çevre, sağlık, toplum hizmetleri ve gıda egemenliği üzerindeki olumsuz etkileri ise dikkate alınmamıştır. Ancak, yaratılan olumsuzlukların topluma yönelik gerçek maliyetleri son yıllara kadar gizli kaldığından sistem devam edegelmiştir.
Krizler zehirli kimyasallara dayalı tarım sistemini dönüştürüyor
Günümüzde, bir yandan dışa bağlı gıda ve gıda dışı ürün pazarındaki fiyat artışları veya Covid-19 gibi ani gelişen bir tehdit sonucu uygulanan kısıtlar, diğer yandan iklim değişikliğinin doğrudan etkilerinin hissedilmesi sürdürülebilir tarım sistemlerini tartışmaların odağına getirmiştir.
Organik tarım, Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) tarafından sürdürülebilir beş tarım sisteminden biri olarak kabul edilmiştir. Avrupa Birliği ise karbon nötr olma ve iklim değişikliği, biyoçeşitliliğin yok olması, gıda güvenliği sorunlarının çözüm odağına organik tarımı almıştır. Avrupa Komisyonu tarafından yayımlanan Çiftlikten Çatala (F2F) ve Biyoçeşitlilik (BDS) strateji dokümanları ile 2030 yılına dek, halen AB üyesi ülkelerde %8.5 (%2.5-24.0 arasında değişmektedir) düzeyinde olan organik tarım arazilerinin %25’e çıkarılmasını; pestisitlerin genel kullanımının ve yüksek derecede tehlikeli pestisit kullanımının %50 azaltılmasını ve pestisitlerin agroekolojik uygulamalarla değiştirilmesini hedeflemektedir.
Topraktan sofraya izlenebilirlik
Peki, organik tarım ve uygulamaları nasıl çözüm olabilir? Öncelikle, ‘Organik 3.0’ olarak belirlenen stratejinin hedeflerinden biri, tüm tarım sistemlerinde doğru sonuç vermiş ve başarılı olmuş uygulamaların ortaya konarak, organik tarıma veya diğer bir tarım sistemine uyarlanmasıdır. Bu açıdan, organik tarımın temel ilkelerine dayalı tarım işletmelerinin ve etik ticaret sistemlerinin kurulması önemlidir.
Organik tarım, işletmenin dışarıdan sağlanan girdiler yerine işletme içinde döngülerin tesis edilerek, olabildiğince kapalı bir sistem biçiminde yönetilmesini hedefler. Her tarımsal ekosistem, ekolojik, sosyal ve ekonomik açıdan kendine özgü koşulları içerir. Yönetim sistemi ise, bu koşullar irdelenerek geliştirilir ve topraktan sofraya kadar izlenebilirlik sağlanır.
Organik tarım toprak, bitki, hayvan, insan ve yeryüzünün sağlığının ayrılmaz bir bütün olduğunu kabul eder. Buna bağlı olarak, kullanılan girdiler ve yöntemler yarattıkları risklere göre değerlendirilerek kılavuzlar hazırlanır. Yasal düzenlemeler ve özel standartlar ile üretim sürecinin uygunluğunun değerlendirilerek sertifikalandırılması 1990’lı yıllardan sonra pazarın genişlemesi sonucu ortaya çıkmıştır. Bu standartlar etiketlenerek pazara sunulan ürünün üretilmesi sırasındaki minimum koşulları belirler.
%20’lik organik madde artışı hektar başına 9 ton CO₂ emisyonu tasarrufuna eşdeğer
Günümüzde tarım ve gıda ürünlerinin yanı sıra kullanılan girdilerin de uzun mesafeli taşınmaları söz konusudur. Organik tarım ilkeleri, gerek işletme dışı girdi kullanımı yerine döngüleri vurgulayarak, gerekse organik uygulamalarda yoğun emisyona neden olan sentetik gübre ve pestisitlere kısıtlamalar getirerek karbon emisyonlarını azaltıcı etki yaratmaktadır.
Toprak sağlığı ve verimliliği organik tarımın birinci hedefidir. Örtüsüz, aşırı işlenmiş veya nadasta çıplak bırakılan toprak, karbon zengini olan üst toprak katmanının erozyonla veya yıkanma ile yok olmasına neden olur. Organik tarımda önerilen toprağın örtülü bırakılması veya hiç ya da az sayıda toprak işleme yapılması karbon emisyonlarını azaltırken, toprağın karbon bağlama kapasitesini de arttırmaktadır.
Toprak işlemesiz, örtü bitkili organik tarım uygulanması durumunda; ilk iki yılda topraktaki organik karbon %9, altı yılda ise %21 oranında artmıştır. Topraktaki organik madde artışı toprak sağlığı, verimlilik ve iklim değişikliklerine karşı en önemli araçlardandır. Topraktaki organik madde içeriğinin %20 artması hektar başına 9 ton karbon emisyonu tasarrufu anlamına gelmektedir.
Tarım alanlarında bağlanan karbonun yaklaşık yarısı toprak üstü aksamı tarafından tutulmaktadır. Bu nedenle yıl içi ekim planlamalarında iki ürün arasında toprağı örtüsüz bırakma yerine, kısa süreli de olsa örtü bitkilerinin ekimi karbon bağlama kapasitesini artırmaktadır. Meyve ağaçları gibi çok yıllık türlerde ise sıra aralarında benzer uygulamalar yapılabilir.
Endüstriyel üretimde azot oksitlerin salımına neden olan sentetik azotlu gübreler karbon emisyonlarının ana etkenlerinin başında gelmektedir. Hızla eriyebilen sentetik azotlu gübreler uygulandıktan hemen sonra topraktaki azot miktarını artırır ancak bunun bir kısmı bitki tarafından alınırken, kalanlar yıkanarak yer altı sularında kirliliğe neden olur veya gaz halinde kaybolur. Böylece her yetiştirme döneminde yeniden sentetik azotlu gübre vermek gerekir.
Organik tarım, sentetik gübre kullanımını yasaklarken; izin verilen hayvan gübresi, yeşil gübreleme, kompost ve benzeri uygulamalarda hektar başına toprağa katılan azot miktarını 170 kilogram ile sınırlamaktadır. Bu uygulamalar topraktaki organik madde miktarını yıldan yıla artırır ancak %25-30 gibi belirli bir kısmı o yılda yarayışlı hale geçer, diğer kısımlar ise sonraki yıla saklanır. Yani organik uygulamalar eklemeli etki yaratıp karbon bağlarken, sentetik azotlu gübrelerin her yıl yeniden eklenmesi zorunlu olduğu için tekrar tekrar karbon salımına yol açar.
Sentetik azotlu gübre uygulamaları ayrıca toprak mikroorganizmalarının solunum sonucu çıkardıkları karbondioksiti tetikler. Sentetik fosforlu gübreler ise bitki kökleri ile simbiyotik yaşayan mikroorganizmaların gelişmelerini baskı altına alarak toprağın karbon bağlama kapasitesini olumsuz etkilemektedir.
Endüstriyel hayvancılık hava kirliliğine yol açıyor
Endüstrileşmiş hayvancılık işletmeleri küresel ölçekte karbondioksitten daha fazla olumsuz etkisi olan metan salımının %37’sine, azot oksitlerin ise %65’ine neden olmaktadır. Organik hayvancılık ise alan bazlı ve kurallara uygun olarak yapılmakta ve böylece endüstrileşmekten kurtularak seyrelme etkisi ile sera gazı emisyonlarını azaltmaktadır.
İlgili yönetmeliklere göre, organik hayvancılıkta sürü büyüklüğü sınırlanmaktadır. Örneğin, organik tavukçulukta her barınakta en fazla 4.800 adet etlik piliç, 3.000 adet yumurta tavuğu bulunabilir. Ayrıca, hayvan başına gerekli en düşük iç ve dış alan belirlenmiş olup hektar başına 2 büyükbaş hayvan birimi ile sınırlandırılmıştır.
Düşük yoğunlukta hayvancılık ile metan ve azot kirliliğini azaltmak mümkündür. İşletme içi gübre ve diğer atıklar kullanılarak yem üretimi döngüsü sağlandığında taşınma ile ortaya çıkan emisyonlar azalırken, karbon bağlama kapasitesi artmakta ve böylece karbon bütçesi olumlu yönde gelişmektedir.
Gaz olarak uygulanan pestisitler iklim için 300 kat daha tehlikeli
Yapılan on yıllık bir araştırmaya göre, kompostlaştırılan inek gübresinin kullanıldığı bir ekim nöbetinde bitkilerin daha iyi gelişmeleri ile yılda hektar başına iki ton karbon bağlandığı hesaplanırken, endüstriyel üretimde karbon emisyonları ortaya çıkmıştır. Pestisitlerin -özellikle gaz olarak uygulananların- gerek üretim gerekse uygulanma aşamasında, karbondioksitten 300 kat daha fazla tehlikeli olan azot oksitlerin emisyonuna yol açtığı belirtilmektedir.
Politika desteğiyle organik gıdaya erişmek mümkün
Organik ürün pazarı küreselleşse de temel ilkeleri arasında yerel üretimin yerelde tüketilmesi gelmektedir. İç denetime dayalı katılımcı sertifikasyon uygulamaları birçok ülkede üretici ve tüketici işbirliği ile iç pazar için geliştirilmektedir. Çok sayıda organik ürün tüketicisi, tercihini yerel ürünler yönünde kullanarak bu ürünlerin uzun mesafeli taşınmalarını ve yarattığı sera gazı emisyonlarını azaltmada önemli bir etki yaratmaktadır. Bazı özel organik tarım standartları da aynı gerekçelerle organik ürünlerin uçakla taşınmasına izin vermemekte veya Bioswiss standardında olduğu gibi iç pazardaki ithal ürünlerde logo kullanımına ancak iç üretim yeterli değilse izin vermekte ve aksi halde ise farklı logo kullanılmaktadır.
Onarıcı tarım uygulamaları da organik tarımın temel ilkelerine uygun, başarılı sonuç vermiş uygulama ve yöntemleri bir araya getirerek yaygınlaştırmaya çalışmaktadır.
Sonuç olarak, her ölçekte kendine yeterli ve mevcut ekolojik ve sosyo-ekonomik koşullara göre bilgiyle tasarlanmış, karbon pozitif hedef koyan sistemlerle hem sağlıklı ürün hem de sürdürülebilir kalkınma sağlanabilir. Doğru politikalar ve bilgi paylaşımı ile ekolojik koşulları ve döngüleri esas alan organik sistemlerin geliştirilmesiyle birlikte herkese yeterli, erişilebilir fiyatta sağlıklı gıda ve gıda dışı ürün üretilmesi mümkündür.
Yoğun tarımsal girdi (tarım zehiri, kimyasal gübre) kullanımına ve uzun tedarik zincirlerine dayalı endüstriyel tarım sistemi sorunlara çözüm sunmak yerine krizi daha da derinleştirerek küresel bir boyuta taşırken, salgın nedeniyle insanların bağışıklık sistemlerini kuvvetlendirmek amacıyla sağlıklı beslenmeye yönelmesi, organik gıda sektörü için önemli sonuçlar doğuruyor.
Dünya genelinde pandemiye dönüşen koronavirüs tarım ve gıda sektörünün önemini bir kez daha ortaya koydu. Uzmanlar, koronavirüs ile mücadelede alınacak önlemlerin yanı sıra dengeli ve doğru beslenmenin önemine işaret ederken, insan bedenini hastalıklara karşı koruyan ve bağışıklık sistemini güçlendiren gıdaların nasıl yetiştirildiğine de dikkat edilmesi gerektiğini söylüyor. AB tarafından gerçekleştirilen bir araştırmaya göre, ekolojik meyve ve sebzeler en az yüzde 40 daha fazla antioksidan ve daha yüksek seviyede demir ve çinko içeriyor. Çünkü ekolojik üretimde yetiştirilen ürünler daha az “zorlanıyor”, yani büyümeleri genellikle daha yavaş oluyor, böylece organizmalar bileşimlerini sentezlemeye zaman bulabiliyor.
Tüketicilerin sofrasına gelen gıda konusunda tercihlerini gözden geçirmeye başlamasıyla beraber, doğaya uyumlu ve toprağa zarar veren zehirli kimyasalların kullanılmadığı organik gıdalara yönelik talep de artıyor. Sektörün uzmanları, sağlıklı beslenmeye yönelik talebin kalıcı olacağını ve organik pazarın önemli bir büyüme göstereceğini belirtiyor.
Verilerle organik tarım ve gıda pazarının geleceği
Dünyada ve Türkiye’de tüketicilerin sağlıklı ve güvenilir gıdaya ulaşma yolundaki çabaları sürerken, sürekli artan girdi maliyetleri ve çevresel sorunlar nedeniyle çiftçiler de kimyasal-yoğun endüstriyel tarımdan vazgeçerek organik veya diğer doğa dostu yöntemlere yöneliyor. Yaşanılan salgın sürecinde sağlığın her şeyin önüne geçmesi bağışıklık sistemini güçlü tutmak için organik beslenmenin önemini bir kez daha açığa çıkarmış oldu.
Üretici ve tüketici taleplerine bağlı olarak organik gıda pazarında istikrarlı bir gelişim ve büyüme gerçekleşmiş durumda.Organik Tarım Araştırmaları Enstitüsü (FİBL) ve Uluslararası Organik Tarım Hareketleri Federasyonu (IFOAM)’ın dünyada organik tarımın mevcut durumunu ortaya koyduğu son raporda, 2018 yılı verilerine göre dünya genelinde 2.8 milyon üretici 71.5 milyon hektar alanda organik tarım yapıyor. (1)
Kıtalara göre toplam organik alanlarına karşılaştırmalı olarak bakıldığında %50’lik bir pay ile Okyanusya’yı görmekteyiz. Onu %22 ile Avrupa, %11 ile Latin Amerika ve %9 ile Asya izliyor. En geniş organik tarım alanına sahip ülke listesinde Avusturalya 35.687 milyon hektarla ilk sırada yer alırken, Türkiye de son 10 yılda organik tarım arazisi alanını %98,3 arttırarak 646 bin hektara kadar genişletti.
Sahip olduğu toplam tarım arazisinde organik tarım alanının payı en yüksek olan kıtalar %8,6 ile Okyanusya ve %3,1 ile Avrupa’dır. Ülke sıralamasında, bir Avrupa ülkesi olan Lihtenştayn %38,5 ile ilk sırada yer alıyor. Türkiye ise %1,7 ile bu sıralamanın gerisinde kalmıştır.
186 ülkeden derlenen veriler, küresel ölçekte organik tarım arazilerinin önemli ölçüde arttığını, buna paralel olarak organik üretim yapan çiftçi sayısı ve organik perakende satışlarının da artmaya devam ettiğini gösteriyor. Organik gıda piyasası 2018 yılında dünya genelinde yaklaşık 97 milyar avroluk bir büyüklüğe ulaşmış durumda. Organik ürünler açısından ülkeler arasında en büyük pazarı 40.6 milyar avro ile ABD oluşturuyor. Onu Almanya (10.9 milyar avro), Fransa (9.1 milyar avro) ve Çin (8.1 milyar avro) takip ediyor. Avrupa Birliği’ne bir bütün olarak baktığımızda, organik pazar büyüklüğü 37,4 milyar avroyu buluyor. Avrupa bölgesinin toplam hacmi ise 40.7 milyar avro.
Raporda yayımlanan 2018 verilerine göre, dünya genelinde organik gıda ve içeceklere en yüksek kişi başı harcama (312 avro) İsviçre ve Danimarka’da yapıldı. Onları (231 avro) İsveç ve (221 avro) Lüksemburg izliyor. Türkiye’de bu rakam 1 avronun altında kalıyor.
Türkiye özellikle AB’ye yönelik ihracata dayalı olarak gerçekleştirdiği organik üretimi ile giderek büyüyen organik gıda sektöründeki yerini koruyabiliyor olsa da; tarımsal ürün çeşitliliği, zengin ekosistemi, uygun arazi yapısı, iş gücü ve uluslararası ticaret açısından sahip olduğu rekabet avantajlarına kıyasla pazardaki payı potansiyelinin çok altında seyrediyor.
Organik gıda tarafındaki verilere biraz daha yakından bakacak olursak: Türkiye 1996 yılında 8 adet organik ürün üretirken, bugün artık 79 bin 563 üretici ile birlikte 646 bin hektar alanda yaklaşık 250 farklı çeşit ürün üretiyor. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, Türkiye genelinde 2008’de 530 bin ton olan organik bitkisel üretim miktarı (geçiş süreci dahil) 2018’de 2 milyon 371 bin tona yükselmiş durumda. Türkiye aynı zamanda; İtalya, Almanya, Hollanda, ABD, Japonya, İngiltere ve Kanada başta olmak üzere 40’tan fazla ülkeye organik ürün ihraç ediyor.
Dünya Gazetesi’nin haberine göre, 2018 yılında 95 milyar doları aşan ve geçtiğimiz yıl 100 milyar doların üzerine çıkan küresel organik gıda satışlarının bu yıl %25’in üzerinde büyümesi ve beş yıl içinde 150 milyar dolarlık bir pazara ulaşması bekleniyor. Organik Ticaret Birliği (OTA), ABD’de organik gıda satışlarının 50 milyar doların üzerine çıktığını ve 2020 yılı ilkbahar döneminde satışların %20’den fazla arttığını bildirdi. Öte yandan, Çin’de organik gıda pazarının 2022 yılında 31 milyar dolarlık büyüklüğe ulaşması öngörülüyor. (2)
Avrupa pestisitlere dayalı tarım sisteminden vazgeçiyor
Mevcut tarım ve gıda sisteminin sürdürülemeyeceğini kabul eden Avrupa Komisyonu yayımladığı Çiftlikten Çatala (F2F) ve Biyoçeşitlilik (BDS) strateji dökümanlarında, biyoçeşitliliği ve toplum sağlığını Avrupa Gıda Politikası’nın merkezine alan ve pestisit kullanımını azaltmaya yönelik hedefler belirlediğini açıkladı. Hem F2F hem de BDS’de ortaya konan çaba ile 2030 yılına kadar pestisitlerin genel kullanımının ve yüksek derecede tehlikeli pestisit kullanımının %50 azaltılması, pestisitlerin agroekolojik uygulamalarla değiştirilmesi, 2030 yılına kadar AB’nin tarım arazilerinin %25’inin organik tarıma ayrılması ve nihayetinde pestisitlerin AB kentsel yeşil alanlarında da yasaklanması hedefleniyor.
AB Komisyonu’nun kararını değerlendiren IFOAM EU (Avrupa Birliği Uluslararası Organik Tarım Hareketleri Federasyonu) Başkanı Jan Plagge, çevreye kanıtlanmış faydalarının yanında, başarılı bir ekonomik model olan organik tarımı sürdürülebilir gıda sisteminin temeli haline getirmenin doğru bir karar olduğuna dikkat çektiği açıklamasında: “İklim ve biyolojik çeşitlilik krizini ele almak ve tarım sistemlerimizi daha dayanıklı hale getirmek istiyorsak AB tarımını dönüştürmemiz gerekiyor. F2F stratejisi, AB vatandaşlarının gıda sistemimizin geleceğine dair açık bir görüş sağlıyor.” dedi. (3)
IFOAM AB Grubuna göre, OTP’nin mevcut kırsal kalkınma politikaları veya eko-şemalar gibi yenilikçi araçları sayesinde organik dönüşüm ve onarımın kazancına yönelik gerekli bütçeyi sağlaması durumunda, AB’deki organik tarım arazilerinin %25’e ulaşması mümkün. Danimarka gibi ülkelerde itme-çekme yaklaşımının organik tarımı arttırmada başarılı olduğu kanıtlanmıştır. Dolayısıyla, promosyon programları ve yeşil kamu alımları yoluyla okullarda ve hastanelerde organik ürünlerin payını artırmak gibi talep yönlü önlemleri dahil etmek akıllıca bir seçim olarak görülüyor.
Türkiye organik tarımda hedef büyüttü
“Organic Foods & Beverages – Global Market Trajectory & Analytics” raporuna göre küresel organik gıda ve içecek pazarı 2025 yılına kadar yıllık ortalama yüzde 14.8 büyüme gösterecek. Bu dönem içinde Avrupa’da en büyük büyüme 8.9 milyar dolarla Almanya’dan gelecek. Avrupa’daki diğer pazarlarda da 5-6 yıllık zaman zarfında 10.8 milyar dolar talep oluşması bekleniyor. (4)
FIBL ve IFOAM tarafından yayımlanan son rapor da, 40.1 milyar avroya erişen Avrupa parakende satış piyasasının büyümeye devam ettiğine dikkat çekiyor. ABD’den sonra dünyadaki ikinci en büyük organik pazar payına sahip olan AB, bu rakamın 37.4 milyar avroluk kısmını üstleniyor. Almanya ise 10.9 milyar avro ile AB ülkeleri arasında liderliğini koruyor.
2018 yılında 3.3 milyon ton organik ürün ithal eden AB’nin en büyük tedarikçisi Çin. Türkiye ise Ukrayna ve Rusya ile birlikte AB’nin en büyük tahıl tedarikçisi konumunda. AB ülkelerinin organik turunçgil ithalatında yüzde 25 paya sahip olan Türkiye, organik sebze ithalarında da yüzde 17’lik bir paya sahip. Türkiye, AB’nin organik yağlı tohum alımı için de tercih ettiği pazarlar arasında.
Dolayısıyla, AB’nin en büyük organik gıda tedarikçilerinden biri olan Türkiye için Avrupa’daki büyüme ve hedefler oldukça büyük önem taşıyor. Zira organik tarım standartlarında iyileştirme yönünde atılan adımlar, AB’nin ürün ithalatında da bu kriterlere uyum sağlayabilen ülkeleri tercih edebileceğini gösteriyor.
Ege İhracatçı Birlikleri Organik Ürünler Kurulu Başkanı Mehmet Ali Işık, Tarım Gazetecileri ve Yazarları Derneği (TAGYAD) tarafından düzenlenen TAGYAD Sohbetleri Toplantısı’nda, Türkiye’de organik sektörünün 30 yıl önce ithalatçıların talebiyle yola çıkmasına karşın bugün Türkiye’nin her tarafında yaygınlaştığına dikkat çekerek şu açıklamayı yaptı: “İlk önce Türkiye’nin dünya lideri olduğu incir, üzüm, kayısı ve fındık ile başlayan organik üretimimiz bugün gıdanın haricinde tekstil, pamuk, pamuk ipliği, yağlar, kozmetik olmak üzere pek çok sektöre yaygınlaştı. Türkiye’nin organik sektöründeki başarısının altında, kamu, üniversiteler, sivil toplum örgütleri, özel sektör ve sektörün diğer paydaşları arasındaki işbirliği yatmakta. Hep birlikte çalışarak Türkiye’nin organik altyapısını oluşturduk. Bugün 500 milyon Avro’luk bir sektör büyüklüğüne ulaştık. Dünya genelinde organik ürünler eskiden küçük reyonlarda satılırken bugün 2 bin çeşit organik ürün satan hipermarketler oluştu. 40’tan fazla ülkeye organik ürün ihraç ediyoruz. Hedefimiz Türk organik sektörünü 1 milyar Avro büyüklüğe yükseltmek” (5)
Gıda güvenliği her zamankinden daha önemli
Sağlıklı ve güvenilir gıdaya ulaşmanın giderek zorlaştığı günümüzde tüketiciler gıdanın güvenilirliğini sorgulama konusunda daha hassas davranıyor.
Pazarlarda, dükkânlarda, doğal ürün sattığını iddia eden çiftliklerin e-ticaret sitelerinde ya da kırsalda yol kenarlarında sıkça karşılaşılan “doğal ürün”, “köy ürünü”, “naturel ürün”, “hormonsuz”, “arılı ürün”, “hakiki ürün”, “saf ürün”, “%100 naturel” vb. ifadeler bir ürünün organik ya da ekolojik olduğu anlamına gelmiyor. Çünkü herkesin “doğal” tanımı ayrı. Kimine göre doğadan toplananlar, kimine göre tarlada zirai ilaca, serada hormona maruz kalmayan ürünler, kimine göre gıda katkı maddesi eklenmemiş olanlar, kimine göre de herhangi bir işleme maruz kalmadan üretilenler doğal olabiliyor.
Doğal ürün tanımında fikir birliğine varılabilmiş olsa da, cevaplanması gereken önemli bir soru daha var: “Bir ürünün doğal ürün olduğundan nasıl emin oluruz?” Bu noktada, uluslararası düzeyde ilke, kriter, standart ve yönetmeliklere gerek duyuluyor. Bu ortak kuralları ve dili oluşturmak da kendi başına yeterli değil. Bu ürünlerin bu sisteme göre yetiştirildiğinin, üretildiğinin kontrol edilmesi, belgelenmesi, etiketlenmesi, ayrıca bu belge ve etiketlerde bir standart ve ortak bir dil olması gerekiyor. Aksi halde doğal, naturel, hakiki, köy ürünü gibi ifadeler tüketiciyi yanıltmaktan, onun güven arayışından yarar sağlamaktan ve haksız bir rekabet ifadesi olmaktan öteye gitmez. Bu tip ifadeler herhangi bir standarda, yönetmeliğe ve belgeye dayanmadığı için suistimale açık. Gıda sektörüne karşı güvensizlik ve tüketicinin sağlıklı, güvenilir gıda arayışı, üretici firmaları bu tip ifadeler kullanmaya yöneltiyor ve ne yazık ki bu ifadeler sadece pazarlama yönteminin bir parçası.
Bir ürünün organik ürün olduğunu nasıl anlarız?
Organik ürünler, 5262 sayılı Organik Tarım Kanunu ve Organik Tarımın Esasları ve Uygulanmasına İlişkin Yönetmeliğe uygun olarak, tohumdan hasada, hasattan tüketicinin eline ulaşıncaya kadar tüm süreçlerde insan sağlığına zararlı hiçbir kimyasal girdi, katkı maddesi ve yöntem kullanılmadan, doğaya ve tüm canlılara zarar vermeden yetiştiriliyor, işleniyor, depolanıyor, ambalajlanıyor, etiketleniyor ve pazarlanıyor.
Bir ürün paketlenmiş ise organik ürün olduğunu üzerindeki etiketinden ve etiketinde bulunması gereken; organik tarım logosu, kontrol ve sertifika kuruluşu kodu ve logosu, Yönetmeliğe göre üretildiğine dair ifade ve sertifika numarasını bakarak anlaşılabilir. Şüpheli bir etiketleme söz konusu ise etiket üstündeki parti no, üretim tarihi ve sertifika numarası alınarak ilgili kontrol ve sertifika kuruluşu aranmalıdır.
Dökme (pazarlarda kilo/adet ile) olarak satılan bir ürünse (domates, biber, karpuz vb.) üreticinin müteşebbis sertifikası ve ürüne ait düzenlenmiş ürün sertifikalarından organik olup olmadığı anlaşılabilir. Üretici değil manav vs gibi bir satıcıdan/aracıdan alınıyor ise ürünün sertifikası dışında faturası da muhakkak sorulmalı, sertifikadaki ürünler ile satılan ürün karşılaştırılmalı, sertifika ve fatura tarihi kontrol edilmelidir.
Her sertifika “organik ürün sertifikası” değildir. Türkiye’ de “iyi tarım uygulamaları” ürünlerine de sertifika verilmektedir. Bu ürünler kimyasal girdilerin asgari miktarda ve doğru kullanıldığı ve hijyenik koşullara dikkat edilerek üretilen kontrollü ve sertifikalı ürünlerdir, sağlık ve çevreye etkileri açısından organik ürünlerle karşılaştırılamazlar.
Buğday Derneği ve National Geographic Türkiye işbirliğiyle yayımlanan 101 Soruda Organik Ürün Rehberi’ni buradanokuyabilirsiniz.
Sağlıklı gıda talebi karşılık buldu, 16 tarım zehiri yasaklandı
Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği’nin Avrupa Pestisit Eylem Ağı ile ortaklaşa yürüttüğü Zehirsiz Sofralar Projesi kapsamında açılan kampanyayı imzalayan 135 bin kişi, Tarım ve Orgam Bakanlığı’ndan sağlık ve çevre için çok tehlikeli tarım zehirlerinin yasaklanarak alternatif tarım yöntem ve tekniklerinin desteklenmesi ve yaygınlaşmasını talep ediyor. Proje kapsamında 100’den fazla sivil toplum kuruluşunun oluşturduğu Zehirsiz Sofralar Sivil Toplum Ağı tarafından, hem üreticilerde hem de tüketicilerde bu konuda bir farkındalık yaratmak amacıyla bilgilendirici rehberler ve 16 bölümlük bir belgesel serisi hazırladı. Karar vericilere yönelik olarak da Zehirsiz Sofralar için Yol Haritası sunuldu.
Zehirsiz Sofralar Sivil Toplum Ağı’nın Nisan 2019’dan beri yürüttüğü çalışmalar kamuoyunda ve karar vericiler nezdinde karşılık bulmaya devam ediyor. Dünya Sağlık Örgütü tarafından “son derece tehlikeli”, “yüksek seviyede tehlikeli” ve “muhtemel kanserojen” olarak belirlenen ve pestisitlerde kullanılan 13 etken maddeden 4’ünün (difenacoum, cyfluthrin, methomyl, methiocarb) aralarında yer aldığı 16 etken madde Meclis ve Bakanlık gündemine gelmesinin ardından, kampanyanın altıncı ayında Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından yasaklandı.
Karar için “bu olumlu bir adım ve kullanılan diğer tüm pestisitlere yönelik de aynı kararın alınmasını bekliyoruz” açıklamasını yapan Zehirsiz Sofralar Sivil Toplum Ağı; AB Komisyonu’nun pestisit kullanımının %50 azaltılması, pestisitlerin agroekolojik uygulamalarla değiştirilmesi, 2030 yılına kadar AB’nin tarım arazilerinin %25’inin organik tarıma ayrılması ve nihayetinde pestisitlerin AB kentsel yeşil alanlarında da yasaklanması yönündeki kararını örnek göstererek, Türkiye’nin AB geçiş sürecinde bugüne kadar 180’in üstünde pestisit etken maddesinin yasaklandığını ancak meselenin sadece pestisitleri yasaklamak değil, mevcut tarım sisteminin sürdürülemezliğini görüp ekolojik, sağlıklı, adil ve sürdürülebilir bir tarım – gıda sistemine bir an evvel geçebilmek için AB gibi hedefleri ve yol haritasını belirlemek olduğunu belirtti. (6)
Yasaklama kararı ile ilgili detayları buradanokuyabilirsiniz.
Zehirsiz Sofralar Sivil Toplum Ağı, platform olma, sadece pestisitler konusunda değil; gıda güvenliğini ilgilendiren tohum, organik tarım ve iklim gibi farklı alanlarda da ağlar kurarak çalışmalarına devam etme kararı aldı. Ağ üyelerinden Ekolojik Tarım Organizasyonu Derneği Başkanı Prof. Dr. Uygun Aksoy, katıldığı TAGYAD Sohbetleri Toplantısı’nda; Türkiye’de organik tarım ile ilgili bilgi kirliliğinin önüne geçilmesi için sektörde faaliyet gösteren kurumların da yer alacağı bir organik ağ ile sektörün daha hızlı büyümesini hedeflediklerini kaydetti.
“Tüketici güvenini kazanmak ve iç pazarı genişletmek için stratejik plan hazırlıyoruz” diyen Aksoy sözlerini şöyle tamamladı: “Sorunları analiz edip, bir yol haritası izlemeliyiz. Türkiye organik ağında bu da gündeme gelecek. Ortak hareket edersek dünyada ön sıralarda yerimizi alırız. Öncelikle kendi insanımızın sağlığı için organik sektörünü desteklemeliyiz.”
Güvenilir gıda konusunda hepimize sorumluluk düşüyor. Üreticinin sorumluluğu nasıl kaliteli ve sağlıklı olanı üretmekse, tüketicinin sorumluluğu da sağlıklı gıdanın sürekliliği ve yaygınlaşması için bireysel tercihlerini organik olandan yana kullanması. Organik ürün kullanmak sadece bugün, kendimizin ve çocuklarımızın sağlıklı kalabilmesi için değil; gelecek kuşakların yaşamasını düşlediğimiz dünya için yapılan bir tercih.
Sağlıklı ürünlere yönelik talep ve artan girdi maliyetleri çiftçilerin, kimyasal-yoğun endüstriyel tarımdan vazgeçip, doğa dostu ve agroekolojik tarıma yönelmesine neden oluyor.
Endüstriyel tarım ve gıda sisteminde kullanılan yüksek düzeyde zararlı kimyasalların sağlığa ve çevreye yönelik olumsuz etkileri arttıkça kimyasal-yoğun tarım yöntemleri doğa dostu tarım yöntemleri ile yer değiştiriyor.
Özelikle pestisit zehirlenmelerine doğrudan maruz kalan, toprağı fakirleşen, hastalık ve zararlılarla eskisinden daha çok mücadele etmek durumunda kalan ve girdi maliyetleri yüzünden geliri düşen çiftçiler, bu sorunlarla uğraşmak zorunda kalmadığı doğa dostu yöntemlere geçiyor.
Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO), kimyasallara dayalı çiftçiliğin dünyanın gıda ihtiyacını karşılayabilecek bir seçenek olmadığını kabul ediyor ve daha sağlıklı bir geleceğin anahtarı olarak agroekolojiye dikkat çekiyor.
Dünyada ve Türkiye’de pestisitlerin zararını fark eden pek çok çiftçi, coğrafya ve iklime uygun bir planlama ve tasarımla fiziksel, kültürel, biyoteknik, biyolojik ve mekanik mücadeleyi de içeren Entegre Zararlı Yönetimi’ni uyguluyor.
Örneğin İsveç bu teknik ve yöntemler sayesinde pestisit kullanımını, önceki döneme kıyasla yarı yarıya azaltmayı başardı. Dünyanın önde gelen pirinç üreticilerinden Endonezya ise 1986 yılında pestisit kullanımını azaltmaya yönelik destek ve çiftçi eğitimine dayalı Entegre Zararlı Yönetimi uygulaması ile pestisit kullanımını altı yılda %62 oranında azalttı ve aynı dönemde ürün verimliliğinde %10 artış sağladı.
Entegre Zararlı Yönetimi’nin yanı sıra agroekoloji, organik tarım, onarıcı tarım, pulluksuz tarım gibi zehirsiz üretim yöntemleri, meydana gelebilecek zararlara karşı benzer önlemler içeriyor. Bu yöntemleri benimseyen çiftçiler, tek tip ürün yerine farklı çeşitlerin bir arada üretimi, toprak canlılığının artırılması, hastalıklara dayanıklı yerel tohumların ekimi, zararlıları çekici tuzak ve ev yapımı doğal reçetelerin kullanılması, ürün zararlılarıyla beslenen faydalı böceklerin ortama salınması ve ekim nöbeti gibi kültürel, biyolojik, fiziksel ve biyoteknik uygulamalara yer veriyor.
Zehirsiz üretim yapan çiftçiler, ürünlerini, kompost gübreler, yeşil gübreleme, münavebeli ekim ve otlatma gibi uygulamalar sayesinde, besleyip canlı tuttukları tarım topraklarında yetiştiriyor. Bu yöntemler sayesinde canlılığını koruyan topraktan aldıkları besinleri bünyesine taşıyan bitkilerden elde edilen meyve ve sebzeler, pestisitlerin zehirleyip fakirleştirdiği topraklarda yetişenlerden çok daha besleyici ve sağlıklı oluyor.
AB tarafından gerçekleştirilen bir araştırmaya göre, ekolojik meyve ve sebzeler en az %40 daha fazla antioksidan ve daha yüksek seviyede demir ve çinko içeriyor. Bu sonucun kaynağında doğal döngülere saygı var: Ekolojik üretimde yetiştirilen ürünler daha az “zorlanıyor”, yani büyümeleri genellikle daha yavaş oluyor, böylece organizmalar bileşimlerini sentezlemeye zaman bulabiliyor.
On binler zehirsiz üretim için imza verdi
Dünyada organik tarım sertifikalı çiftçilerin sayısı son 10 yılda %55 artarken, diğer doğa dostu yöntemleri kullanan çiftçilerin sayısı da hızla artıyor.
Üreticilerin doğa dostu ve agroekolojik yöntemleri tercih etmeye başlamalarının nedenleri arasında, ürünlerde pestisit kalıntısı riskiyle birlikte giderek artan sağlıklı ürün talebi de etkili oluyor.
Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği’nin Avrupa Pestisit Eylem Ağı ile ortaklaşa yürüttüğü Zehirsiz Sofralar Projesi kapsamında açılan kampanyayı imzalayan 130 bin kişi, sağlık ve çevre için çok tehlikeli tarım zehirlerinin yasaklanarak doğa dostu tarım uygulamalarının yaygınlaşmasını talep ediyor. Proje kapsamında 100’den fazla sivil toplum kuruluşunun oluşturduğu Zehirsiz Sofralar Sivil Toplum Ağı, söz konusu kampanya ile, Tarım ve Orman Bakanlığı’ndan, zehirsiz üretimi teşvik eden tarım politikalarının hayata geçirilmesini istiyor.
Doğa dostu yöntem ve teknikler, emek yoğun bir sistem gerektirdiğinden daha çok küçük ölçekli çiftlikler tarafından uygulanıyor. Köylü tarımı, endüstriyel zincire kıyasla, biyolojik çeşitliliği 9 ila 100 kat daha fazla destekliyor. Rodale Enstitüsü’nün karşılaştırmalı çalışmaları, organik üretimdeki verimin konvansiyonel üretimi yakaladığını, hatta kurak dönemlerde organik üretimdeki verimliliğin daha yüksek olduğunu ortaya koyuyor.
BM’nin Agroekoloji ve Gıda Hakkı Raporu’na göre ise, gelişmekte olan 57 ülkedeki agroekoloji projelerinde ortalama %80 verim artışı oldu. 20 Afrika ülkesindeki agroekoloji projelerinde ise 3 ila 10 yılda verim ikiye katlandı.
Türkiye’de de durum farklı değil. Araştırmacılar, Türkiye’nin ekilebilir alanlarının %76’sında yapılacak organik tarımdan elde edilecek bitkisel ve hayvansal ürünlerin Türkiye nüfusunu besleyebileceğini kanıtlıyor.
Doğa dostu tarım çiftçi gelirlerini artırıyor
Endüstriyel tarımdan doğa dostu ve agroekolojik tarıma geçen çiftçiler bir yandan sağlığını, toprağını, suyunu korurken, diğer yandan giderlerini de azaltıyor. Çiftçinin giderlerini azaltması; tarım zehiri ve kimyasal gübreler başta olmak üzere şirketlerden satın alınan girdiler yerine kendi tohumluğunu kullanmak, tuzaklar, faydalı böcekler, ev yapımı doğal reçeteler, yeşil gübreleme, kompost gibi ekolojik girdileri kullanması ile mümkün oluyor.
Ayrıca doğa dostu üretim yapan çiftçiler, ekolojik pazarlar, gıda toplulukları, üretici pazarları veya kooperatif satış noktaları kanalıyla, hem tüketicilerin kolay ve ucuz yoldan gıdaya ulaşımını sağlıyor hem de gelirini yükseltebiliyor. Bu pazarlama kanalları sayesinde aracılara giden büyük dilim çiftçiler ve tüketiciler arasında paylaşılmış oluyor.
Buğday Derneği Koordinasyon Kurulu üyesi Oya Ayman, pestisitlerin yol açtığı kirlilik ve sağlık sorunları karşısında alternatif arayışına giren üreticilerin sayısının dünyada olduğu gibi Türkiye’de de giderek arttığına dikkat çekiyor: “Temiz üretim yapmak isteyen çiftçiler, sadece organik sertifikalı tarım değil agroekoloji, onarıcı tarım, pulluksuz tarım gibi doğa dostu yöntemler hakkında bilgileniyor ve kendi şartlarına uygun modeller geliştiriyor. Tüketicilerin zehirsiz üreten çiftçiye alım garantisiyle, temiz ürün yetiştirme desteği vermesi de bu üreticilerin sayısının artmasını sağlıyor.”
Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği’nin Zehirsiz Sofralar Projesi kapsamında yayımlanan Üretici Rehberi, bir yandan pestisitlerin zararlarına dikkat çekerken, diğer yandan da çiftçilerin zehirsiz üretime nasıl geçebilecekleri ve doğrudan pazarlama yolları konusunda yol gösteriyor; örnek uygulamalara yer veriyor.
Zehirsiz Sofralar Projesi kapsamında gerçekleşen gezide basın mensupları zehirsiz üretimin nasıl mümkün olabildiğini üreticiden dinledi.
Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği tarafından pestisitlerin zararları konusunda farkındalık yaratmak ve Türkiye’de pestisit kullanımını azaltmak amacıyla yürütülen Zehirsiz Sofralar Projesi kapsamında 15 Şubat’ta bir basın gezisi düzenlendi. Bursa Karacabey’de 20 yıldır organik tarım yapan Şaban Burhan’ın çiftliğine yapılan ziyarette basın mensuplarına proje hakkında bilgi verildi, zehirsiz üretimin nasıl mümkün olabildiği örneklerle anlatıldı.
Şaban Burhan Çiftliği, Bursa/Karacabey
Çok sayıda basın mensubunun katıldığı gezide araziler incelendi, alternatif yöntemler ve uygulamalar yerinde gözlemlendi.
Basın mensuplarına açıklama yapan ve pestisitlerin sıklıkla anıldığı üzere tarım ilacı değil, zehir olduğunu ifade eden Zehirsiz Sofralar İletişim ve Kampanya Koordinatörü Turgay Özçelik, endüstriyel tarımda zehir kullanımının tam bir çılgınlık boyutuna vardığını, bir elmaya soframıza gelene kadar ortalama 16 kez pestisit uygulandığını ifade etti: “Pestisitler toprağımızı, suyumuzu, havamızı kirletiyor; bizi, arıları, kuşları, faydalı böcekleri zehirliyor. Özellikle çocuklar pestisitlerin zararlarından en çok etkilenen grup. Yapılan araştırmalar anne sütünde, bebek mamalarında, bebeklerin göbek kordonlarında bile pestisit kalıntılarına rastlandığını gösteriyor.”
Buğday Derneği Koordinasyon Kurulu Üyesi Oya Ayman yaygın kanının aksine, pestisitlere mahkum olmadığımızı, zehirsiz de üretebilmenin mümkün olduğunu söyledi. “Organik tarım, onarıcı tarım, agroekoloji gibi pek çok yöntem; biyolojik mücadele, kültürel mücadele gibi pek çok teknik ile zehirsiz üretim yapmak mümkün. Türkiye’de yüzlerce üretici bu yöntem ve teknikleri kullanarak sürdürülebilir bir şekilde üretim yapıyor. Bugün ziyaret ettiğimiz üreticimiz Şaban Burhan bunlardan biri. Biz tüketicilere çok şey düşüyor. Alışveriş yaparken sağlıklı gıdayı tercih etmek, zehirsiz ürünü tercih etmek, Şaban Burhan gibi doğa dostu yöntemlerle üretim yapan çiftçilerimizi desteklemek anlamına geliyor.”
Dünyanın çocuklarımıza ait olduğunu ve onlara yaşanabilir bir dünya bırakmanın görevimiz olduğunu ifade eden organik tarım üreticisi Şaban Burhan, herkesin sağlıklı gıda yiyebilmesi için organik üretim yaptığını belirtti. “Otu, böceği öldüren pestisitler, insanı da öldürüyor. 20 yıl önce tarımı hiç bilmezken, şimdi organik yöntemlerle 200 dönüm arazide 85 çeşit ürün yetiştirebiliyor ve geçimimi sağlayabiliyorum. Kendi çocuklarıma ve herkese sağlıklı gıda yedirebilmek için çalışıyorum. Buğday Derneği’nin öncülüğünde kurulan %100 Ekolojik Pazarlar’da ürünlerimi satabiliyorum.”
Pestisit kullanımının toprağa zarar verdiğini ifade eden Burhan, “tarım zehirleri tüm böcekleri öldürüyor. Bu sefer, arkadan daha yoğun, güçlü ve direnci artmış bir zararlı popülasyonu geliyor. Oysa bizim kullandığımız biyolojik mücadele gibi organik tarım yöntemlerinin ‘dost işçilerimiz’ dediğimiz uğur böceği ve arılara hiçbir zararı yok, sadece zararlıyı öldürüyor. Böylece bizim dost işçilerimiz çoğalıyor.” dedi. Organik üretimin desteklenmesi gerektiğini söyleyen Burhan, alım garantisi veren projelerle tarımın sürdürülebilirliğinin sağlanması gerektiğini ifade etti. “Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin alım garantisi verdiği proje dahilinde siyez buğdayı ekiyorum. Çiftçi eğer ana kalemlerde sözleşmeli tarım yapabilirse atıl ürün olmaz ve çiftçimiz geçimini sürdürebilir.”
Zehirsiz Sofralar Mümkün
Türkiye’de pestisit kullanımı son dört yılda %51 artmış durumda. Pestisit, endüstriyel tarımda mantar, böcek, yabani otlara vs. karşı kullanılan kimyasalların genel adı. Ancak “tarım ilacı” olarak bilinen pestisitler iyileştirmiyor; toprağı, suyu, havayı, insanları, hayvanları zehirliyor. Bitkilere uygulanan pestisitlerin sadece yüzde 2’si uygulandığı alanda kalıyor; geriye kalan yüzde 98’lik kısım havaya, toprağa ve suya karışıyor.
Günümüzde yaygın olarak kullanılan bazı pestisitler hayvan deneyleri dikkate alındığında, insanlar için ”kanserojen olması kuvvetle muhtemel olanlar” ya da ”muhtemel kanserojen” olarak sınıflandırılıyor. Pestisitler üzerine yapılan çalışmalar, çiftçiler ve tarım işçileri üzerindeki akut etkileri dışında, alınan miktarlar görece küçük olsa da, uzun süre boyunca maruz kalındığında insanlarda kronik hastalıklara da neden olabildiğini göstermektedir. Pestisitlerin insanların sinir ve hormonal sistemine zarar verdiği biliniyor. Ayrıca araştırmalar pestisit kullanımı ile sarkomlar (bir tümör grubu), multipl miyelomlar, prostat, pankreas, akciğer gibi kanser türleri, beyin tümörleri, bilişsel ve psikomotorik fonksiyonlarda bozulmalar ve depresyon arasında bağlantı olduğunu gösteriyor. Çocuklarda öğrenme ve dikkat eksikliği, duyusal eksiklikler veya gecikmiş gelişim, pestisite maruz kalma sonucu en sık görülen nörolojik bozukluklar arasında yer alıyor.
Sağlığa etkilerinin yanı sıra su, toprak, biyolojik çeşitlilik, iklim üzerindeki olumsuz etkileri nedeniyle Buğday Derneği olarak “tarım ilacı” ve “pestisit” yerine, nasıl fareler için kullanılan pestisite “fare zehiri” deniliyorsa, “tarım zehiri” kavramını kullanmayı öneriyoruz.
Şaban Burhan’ın ve onun gibi pek çok doğa dostu üreticinin deneyimleri, zehirsiz üretimin mümkün olduğunu kanıtlıyor. Tarım zehirlerine mahkum değiliz, pestisit kullanmadan da gıdamızı yetiştirebiliriz.
100’ün üzerinde kurum ve inisiyatifin yan yana gelerek oluşturduğu Zehirsiz Sofralar Sivil Toplum Ağı, 23 Kasım 2019’da “Tüm Canlılar İçin Zehirsiz Sofralar” başlığıyla bir imza kampanyası başlattı. Kampanyada Dünya Sağlık Örgütü tarafından “son derece tehlikeli”, “yüksek seviyede tehlikeli” ve “muhtemel kanserojen” olarak belirlenen ve pestisitlerde kullanılan 13 etken maddenin öncelikle ve ivedilikle yasaklaması talep ediliyor.
Zehirsiz Sofralar Projesi kapsamında oluşturulan Zehirsiz Sofralar Sivil Toplum Ağı, herkesi kampanyaya destek olmaya, geleceğine sahip çıkmaya çağırıyor.
Zehirsiz Sofralar Projesi Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği ve Avrupa Pestisit Eylem Ağı (PAN Europe) tarafından yürütülmekte ve Avrupa Birliği tarafından Sivil Toplum Diyaloğu V Programı kapsamında desteklenmektedir.
Zehirsiz Sofralar Projesi ve Zehirsiz Sofralar Sivil Toplum Ağı ile ilgili haberleri web sitemizden takip edebilirsiniz:www.zehirsizsofralar.org
Organik tarım ve üreticileri sürekli önyargıların kurbanı olmakta ve yeterli bilgi, belge olmadan, yeterli donanıma sahip olmayan kişilerce eleştirilmektedir. Halk, böyle bir bilgi kirliliği içerisinde, sağlıklı gıdayı bırakın, doğru bilgiye ulaşmakta bile zorluk yaşıyor.
Organik tarım bugün uluslararası boyuta ulaşmış ve sektör haline gelmiş olabilir, ancak hala Türkiye gibi ülkelerde organik tarım yapan üreticilerin büyük çoğunluğunu küçük üreticiler oluşturuyor. Türkiye’de 70.000’e yakın organik tarım üreticisi bulunuyor. Ama bunların çoğu ihracat amaçlı fındık, incir, kayısı, çekirdeksiz üzüm vs yetiştiren üreticiler. Buğday Derneği veri tabanına göre ise iç pazara yönelik, ağırlıklı olarak ürünleri organik pazarlarda veya dükkanlarda müşteriler ile buluşan taze sebze meyve üreticisi sayısı 600 civarında; yani %1’in altında. Ve bu %1 ağırlıklı olarak küçük üreticilerden oluşuyor.
İşte haksız yere, yeterli donanıma sahip olmadan yapılan bu karalamalar, önyargılı ithamlar ve bilgi kirliliği ile birleşince bundan etkilenen, zarar gören Türkiye olarak el birliği ile sahip çıkmamız gereken bu 600 üretici oluyor; yoksa ihracat yapan büyük çoğunluk bundan hiç etkilenmiyor.
Gelin önyargıları bırakalım, organik pazarlara, üreticilerin arazilerine gidelim, onlara konuk olalım. Hangi tohumları kullanıyorlar, nasıl zirai mücadele yapıyorlar, üretim maliyetleri ne, bu haksız karalamaları okuduklarında neler hissediyorlar, hangi şartlarda üretim yapıyorlar, ürünlerinin hepsini pazarlayabiliyorlar mı, onlardan dinleyelim.
Çeşitli zamanlarda çekmiş olduğumuz, bir kısmını daha önce yayımlamadığımız aşağıdaki videoları izleyerek sizi onlara kulak vermeye davet ediyoruz. Üreticilerimizi ise kendi sorunlarını anlattıkları benzer videoları bize göndermeye davet ediyoruz.
Yerel tohumlar, toplum destekli ekolojik tarım projeleri, iç pazar için emek veren organik tarım üreticileri ve ekolojik yaşam kültürünün her hanede, her çocuğun zihninde filizlenmesi için çalışmaya devam edeceğiz.
Erdal Ersöz, patateste tek bir zararlı ile ekolojik yöntemlerle mücadelede yetersiz kaldığı için her sene organik patateslerinde ciddi kayıplara uğruyor. Zaten suni gübre kullanmadıkları için yaşadıkları verim kaybına bu da eklenince, üretim maliyetleri yükseliyor. Dünyada en çok kullanılan zirai zehir olan ot ilaçlarını kullanmayıp sürekli çapa için verilen işçilik de maliyetlerini artırıyor. Oysa onlar da sağda solda haksız yere itham edildikleri gibi, Monsanto’nun meşhur ot ilacı glifosatı kullanabilirlerdi, değil mi? Ama buna mevzuattan önce vicdanları izin vermiyor. Her hafta Afyon Başmakçı’dan kendi araçları ile İstanbul Şişli %100 Ekolojik Pazarı’na gelip gitme maliyeti de buna eklenince, organik patatesi 5-6 TL’nin altında satmak imkansız hale geliyor.
https://youtu.be/D8XnheypBdU
Necmi Nacak Beypazarı’nda organik tarım yapıyor. Bu videoyu çekmeden birkaç yıl önce 40 dönüm kavunlarını, tek bir kelebek çeşidi zararlısı ile ekolojik yöntemlerle mücadele edemedikleri için tarlada bıraktı ve kavun üretiminden vazgeçti.
Diğer videolar için sitemizde videolar bölümüne bakabilirsiniz.