Tarım zehirleri (pestisit) açısından sıfır kalıntılı* ürünlerin adresi %100 Ekolojik Pazarlar İstanbul, İzmit ve Kayseri halkına hizmet veriyor.
Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği, belediyeler ve Tarım ve Orman Bakanlığı’na bağlı İl ve İlçe Tarım ve Orman Müdürlükleri tarafından %100 Ekolojik Pazarlar’da satışa sunulan birçok farklı ürün grubundan alınan numuneler akredite laboratuvarlarda inceleniyor. Muayene ve analiz raporu sonuçları Buğday Derneği tarafından takip ediliyor, ilgili üretici ve esnaftan temin ediliyor.
Buğday Derneği’nin danışmanlığında kurulan Bakırköy, Kartal ve Şişli %100 Ekolojik Pazarlar; İzmit %100 Ekolojik Pazar; mevsimlik olarak kurulan Kayseri Kocasinan %100 Ekolojik Pazarlar’daki ürünlerin denetlenmesi ve analiz çalışmaları 2022 yılı boyunca devam etti.
Kartal, Şişli, Bakırköy %100 Ekolojik Pazarlar’da Buğday Derneği desteği ile belediyelerin gerçekleştirdiği denetimler ve alınan numunelerin yanı sıra, 2022 yılında İstanbul İl ve İlçe Tarım ve Orman Müdürlükleri tarafından domates, biber, patlıcan, ıspanak, kabak, bezelye, havuç, patates, roka, çilek, erik, portakal, mandalina, kayısı ve zeytinyağı gibi farklı ürün gruplarından alınan 17 numune sonucunda hiçbir tarım zehri kalıntısına rastlanmadı.
Buğday Derneği’nin Kapadokya Organik Tarım Üreticileri Birliği Derneği işbirliği ile katkı sunduğu Kayseri Kocasinan %100 Ekolojik Pazarlar’da da ilgili İl ve İlçe Tarım ve Orman Müdürlükleri tarafından alınan 25 numunenin sonucu temiz çıktı.
Her şey kayıt altında ve izlenilebilir
Hem tüketicinin hem de dürüst üreticilerin ve esnafın haklarını korumak adına yapılan denetimler ve analizler %100 Ekolojik Pazarlar’ın açıldığı günden beri düzenli olarak sürdürülüyor. Benzer hassasiyet ve denetimler ilgili Bakanlık ile kontrol ve sertifikasyon kuruluşları tarafından arazilerde, depolarda, pazarlama noktalarında düzenli ve habersiz olarak yapılıyor. Kontrol ve sertifikasyon kuruluşlarınca yapılan bu denetimler sadece analizlerle sınırlı olmayıp, her bir üreticinin kullandığı tohumdan, gübreye; zirai mücadele yönteminden, toprağı korumak için yaptığı uygulamalara kadar her şey kontrol altında tutuluyor, kayıt altına alınıyor, satış miktarları hasat miktarlarından düşülerek stok takibi yapılıyor. Bu sebeple, %100 Ekolojik Pazarlar’a gelen her ürüne ait mali belge ve miktar bilgileri haftalık olarak ilgili kontrol ve sertifika kuruluşlarınca bildiriliyor.
Belediyeler ve Buğday Derneği tarafından alınan numunelerde kalıntı çıkması durumunda konu belediye başkanlığındaki komisyonlarca değerlendiriyor, hem gerekli yaptırımlar uygulanıyor hem de ilgili kontrol ve sertifika kuruluşları ile işbirliğine geçiliyor.
Analiz sonuçları Buğday Derneği’nin %100 Ekolojik Pazarlar’da yer alan halkla ilişkiler standında şeffaf bir şekilde vatandaşlar ile paylaşılıyor.
Sağlıklı, güvenilir gıda herkesin hakkı. Buğday Derneği sağlıklı ve güvenilir gıda için çalışmalarına devam ediyor.
*Organik tarım ürünlerinde, konvansiyonel ürünlerde olduğu gibi maksimum kalıntı limiti bulunmuyor, sıfır kalıntı olması gerekiyor.
Yukarıda adı geçen pazarlar, Buğday Derneği’nin danışmanlığını yaptığı %100 Ekolojik Pazarlar’dır. Adı geçmeyen pazarlara ilişkin bilgiyi, ilgili belediyelere sorabilirsiniz. Bulunduğunuz il ya da ilçede de %100 Ekolojik Pazar açılmasını istiyorsanız, bu talebinizi yine ilgili belediyenize iletebilirsiniz.
Pestisitler en çok anne karnındaki bebeklere ve çocuklara zarar veriyor. Anne sütünde, yeni doğan bebeklerin göbek bağında ve ilk dışkılarında bile pestisit kalıntıları bulunuyor. Oysa araştırmalar, hamilelik döneminde organik ürünler ile beslenmenin pestisit maruziyetini önemli ölçüde azalttığını söylüyor.
Enviroment International’da yayınlanan bir araştırma, hamilelik döneminde pestisit maruziyetini inceledi. Hamile kadınlarla yapılan ilk uzun dönemli organik beslenme çalışmasını gerçekleştiren araştırmacılar, hamileliğin son altı ayında pestisit (tarım zehiri) kullanımının yaygın olduğu konvansiyonel meyve ve sebzeler yerine organik beslenmenin piretroid grubu böcek zehirlerine maruziyeti önemli ölçüde azalttığını ortaya koydu.
Sigara kullanmayan 18-35 yaş aralığındaki 20 hamile kadından haftalık olarak idrar numuneleri alındı. Piretroid insektisitlerin biyolojik belirteçlerinin analiz edildiği çalışmada, organik ürün tüketenlere kıyasla, konvansiyonel ürün tüketen grubun pestisit maruziyetinin 3.5 kat daha yüksek olduğu görüldü.
Doğum öncesinde piretroid grubu böcek zehirlerine maruz kalmak, çocuklarda nörolojik ve bilişsel gelişimi zayıflatıyor. Özellikle meyve ve sebze tüketimi piretroid grubu pestisitlere maruziyetin birincil kaynakları arasında yer alıyor. Araştırmanın sonuçlarına göre, hamile kadınların zehirsiz ve organik gıdalarla beslenmesi, anne karnından başlayarak çocukların sağlıklı gelişiminin sağlanmasında önemli bir fırsat sunuyor.
Zehirsiz Kampanya’ya destek olun, paylaşın, sesimize güç verin; geleceğimizi zehirleyen pestisitler yasaklansın: Change.org/ZehirsizSofralar
Sağlıklı gıdanın adresi %100 Ekolojik Pazarlar
Türkiye’de organik tarımın yaygınlaşması için yeni ve öncü bir model oluşturan Buğday Derneği’nin danışmanlığında kurulan %100 Ekolojik Pazarlar, Türkiye’nin birçok farklı noktasından 900’ün üzerinde üreticinin sağlıklı ürünlerini 15 yıldır tüketiciler ile buluşturuyor.
İlk olarak 2006 yılında İstanbul – Şişli’de açılan %100 Ekolojik Pazarlar, bugün Kartal ve Bakırköy’ün ardından, İstanbul dışında Kayseri Kocasinan’da ve İzmit’te hizmet veriyor. Tarım zehirlerini yani pestisitleri kullanmadan, organik sertifikalı üretim yapan üreticiler ve üretici temsilcileri, müşterileriyle kurdukları organik bağları her geçen gün daha da güçlendiriyor.
%100 Ekolojik Pazarlar hakkında ayrıntılı bilgi için www.ekolojikpazarlar.org sayfasını inceleyebilirsiniz.
Kırla kent arasında dokumaya çalıştığımız ekolojik yaşam bilgi ağını ekranlarınıza taşıyan Buğday Ekolojik Yaşam Dergisi’nin güz sayısında, organik tarım üreticileri Ali ve Aynur Yener’i konuk ediyoruz.
Asıl mesleği arıcılık olan Ali Yener, bölgesindeki fındık ağaçlarında kullanılan pestisitlerin arılara ve doğaya verdiği zararı gördükten sonra ailesi ile birlikte zehirsiz ve organik üretim yapmaya başlıyor. Şişli %100 Ekolojik Pazar’ın ilk üreticilerinden olan Yener Ailesi, Zonguldak Alaplı’da büyük emekle yetiştirdikleri meyve ve sebzelerini 15 yıldır aracısız bir şekilde tüketiciler ile buluşturuyor. Aynı zamanda, Türkiye’nin ilk organik kestane balı ve brokoli üreticilerinden olan Ali ve Aynur Yener, tezgâhlarındaki yerel ürün çeşitliliğini her geçen gün artırıyor.
“Bizim maliyetimiz gübre ve ilaç maliyeti değil, tamamen işçilik, emek ve doğayla alakalı. Özellikle bu yıl birçok ürünü tarlada bıraktık. Havaların aşırı yağışlı ve soğuk gitmesi bizim o ürünlerdeki yabancı otlarla veya zararlılarla mücadelemizi etkiledi. Bu ürünleri otla beraber tekrar toprağa karıştırdık. Bu da bir maliyet. Çünkü oradan gelecek bir gelir vardı. Onun öncesinde bir ekimi, hazırlığı vardı. Bunların tamamı toprağa döndü.”
Ekolojik yaşam için Buğday E-Dergi
Buğday Derneği’nin destekçilik programı kapsamında üç ayda bir elektronik ortamda yayınlanan Buğday Ekolojik Yaşam Dergisi’ne abone olarak hem ekolojik yaşamın gündem ve pratiklerinden haberdar olabilir hem de Buğday Derneği’nin doğayla uyumlu üretim, türetim ve sağlıklı bir gelecek için yürüttüğü çalışmalara destek olabilirsiniz.
Aboneliğinizle birlikte, Buğday E-Dergi’nin güz sayısı ve 3 ayda bir yeni sayıları e-posta kutunuzda oluyor.
Ekolojik Tarım Organizasyonu Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Uygun Aksoy, dünyada ve Türkiye’de tarım sisteminin dönüşümünü ele aldığı yazısında, organik tarım uygulamalarının iklim krizi ile mücadeledeki önemine ve Türkiye’nin tarım stratejilerindeki eksikliklere dikkat çekti.
Yazı: Prof. Dr. Uygun Aksoy – Ekolojik Tarım Organizasyonu Derneği Yönetim Kurulu Başkanı
İklim değişiklikleri özellikle son yıllarda yaşamımızı derinden etkilemektedir. Günümüzde, iklim değişikliğinin yanında birçok tehdit ile karşı karşıya olan tarım, vazgeçilmez ve stratejik bir sektördür.
Çevreye olan etkileri ve iklim değişikliği açısından bakıldığında; tarım ve gıda üretiminde fosil yakıt, gübre ve pestisit kullanımı, girdilerin ve gıdanın üretim yerinden kullanıcıya kadar olan taşınması ve dağıtımı gibi süreçler de dâhil edildiğinde, tarımsal faaliyetlerin sera gazı emisyonlarındaki payı %30 civarında. Ancak ekolojik uygulamalara dayalı olarak yapılan tarım, iklim değişikliğine adaptasyon ve uzun vadedeki hedeflere erişim noktasında çözüm olarak ortaya çıkmaktadır. Ekolojik yönetim modelleri, bir yandan emisyon azalışı sağlarken diğer yandan artan karbon bağlama kapasitesi ile iklim krizine çift yönlü katkı sağlamaktadır.
Bakanlık organik tarımı göz ardı ediyor
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından hazırlanan “Türkiye İklim Değişikliği Stratejisi 2010-2023” belgesinde, sera gazlarının kısa vadeli kontrolüne yönelik organik tarım, arazi kullanımı ve tarım ve ormancılık alanında önerilen uygulamalar arasında yer alıyorken; son yıllarda Tarım ve Orman Bakanlığı’nın organik tarımı öncelikleri arasından çıkardığı görülmektedir.
“Türkiye Organik Tarım Stratejik Planı”nın 2016’dan sonra yenilenmemesi, desteklerin sürekli değişkenlik göstermesi ve yetersiz kalması; karşı çabaların organik tarımı temelsiz biçimde sorgulaması ile birlikte, beklenen katkıların sağlanamamasına neden olmuştur.
Gıda ithalatı çözüm değil, sorun yaratıyor
Sorulan sorulara doğru cevap alabilmek için organik tarımın neden ve nasıl geliştiği, bugünkü durumu ile gelecek stratejilerini ve bununla birlikte tarımda yaşanan sorunların gerçek nedenlerini iyi anlamak gerekir.
Birçok ülkede hızla artan nüfusu doyuracak, ucuz gıda temin etme telaşı ile 1950’lerde başlayan tarımda yoğunlaşma; daha fazla fosil yakıt, su ve sentetik girdi kullanımını ve endüstrileşmeyi beraberinde getirmiştir. Türkiye ve benzeri gelişmekte olan ülkelerde 1970’li yıllarda hissedilmeye başlayan bu etki, pazarın daha da fazla küreselleşmesi ile ülkelerin ekonomik açıdan ‘avantajlı’ oldukları ürünleri çok geniş alanlarda tek ürün (monokültür) halinde yetiştirmeleriyle sonuçlanmıştır. Fakat sadece doğadaki değil, tarımdaki çeşitlilik de azalmıştır. Türkiye gibi ithalatı çözüm olarak gören ülkeler hem ekolojik hem sosyo-ekonomik sorunlarla uğraşır hale gelmiştir.
Temel gıda maddelerinin üretim ve ticaretinde birkaç gelişmiş ülkenin pazara hakim olduğu görülmektedir. Ürün pazarındaki benzer gelişme tohum, gübre, tarım zehirleri, sulama sistemleri gibi üretim girdilerinin küreselleşmesine ve az sayıdaki uluslararası şirketin egemen olmasına yol açmıştır. Endüstriyel tarım ve gıda sisteminin çevre, sağlık, toplum hizmetleri ve gıda egemenliği üzerindeki olumsuz etkileri ise dikkate alınmamıştır. Ancak, yaratılan olumsuzlukların topluma yönelik gerçek maliyetleri son yıllara kadar gizli kaldığından sistem devam edegelmiştir.
Krizler zehirli kimyasallara dayalı tarım sistemini dönüştürüyor
Günümüzde, bir yandan dışa bağlı gıda ve gıda dışı ürün pazarındaki fiyat artışları veya Covid-19 gibi ani gelişen bir tehdit sonucu uygulanan kısıtlar, diğer yandan iklim değişikliğinin doğrudan etkilerinin hissedilmesi sürdürülebilir tarım sistemlerini tartışmaların odağına getirmiştir.
Organik tarım, Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) tarafından sürdürülebilir beş tarım sisteminden biri olarak kabul edilmiştir. Avrupa Birliği ise karbon nötr olma ve iklim değişikliği, biyoçeşitliliğin yok olması, gıda güvenliği sorunlarının çözüm odağına organik tarımı almıştır. Avrupa Komisyonu tarafından yayımlanan Çiftlikten Çatala (F2F) ve Biyoçeşitlilik (BDS) strateji dokümanları ile 2030 yılına dek, halen AB üyesi ülkelerde %8.5 (%2.5-24.0 arasında değişmektedir) düzeyinde olan organik tarım arazilerinin %25’e çıkarılmasını; pestisitlerin genel kullanımının ve yüksek derecede tehlikeli pestisit kullanımının %50 azaltılmasını ve pestisitlerin agroekolojik uygulamalarla değiştirilmesini hedeflemektedir.
Topraktan sofraya izlenebilirlik
Peki, organik tarım ve uygulamaları nasıl çözüm olabilir? Öncelikle, ‘Organik 3.0’ olarak belirlenen stratejinin hedeflerinden biri, tüm tarım sistemlerinde doğru sonuç vermiş ve başarılı olmuş uygulamaların ortaya konarak, organik tarıma veya diğer bir tarım sistemine uyarlanmasıdır. Bu açıdan, organik tarımın temel ilkelerine dayalı tarım işletmelerinin ve etik ticaret sistemlerinin kurulması önemlidir.
Organik tarım, işletmenin dışarıdan sağlanan girdiler yerine işletme içinde döngülerin tesis edilerek, olabildiğince kapalı bir sistem biçiminde yönetilmesini hedefler. Her tarımsal ekosistem, ekolojik, sosyal ve ekonomik açıdan kendine özgü koşulları içerir. Yönetim sistemi ise, bu koşullar irdelenerek geliştirilir ve topraktan sofraya kadar izlenebilirlik sağlanır.
Organik tarım toprak, bitki, hayvan, insan ve yeryüzünün sağlığının ayrılmaz bir bütün olduğunu kabul eder. Buna bağlı olarak, kullanılan girdiler ve yöntemler yarattıkları risklere göre değerlendirilerek kılavuzlar hazırlanır. Yasal düzenlemeler ve özel standartlar ile üretim sürecinin uygunluğunun değerlendirilerek sertifikalandırılması 1990’lı yıllardan sonra pazarın genişlemesi sonucu ortaya çıkmıştır. Bu standartlar etiketlenerek pazara sunulan ürünün üretilmesi sırasındaki minimum koşulları belirler.
%20’lik organik madde artışı hektar başına 9 ton CO₂ emisyonu tasarrufuna eşdeğer
Günümüzde tarım ve gıda ürünlerinin yanı sıra kullanılan girdilerin de uzun mesafeli taşınmaları söz konusudur. Organik tarım ilkeleri, gerek işletme dışı girdi kullanımı yerine döngüleri vurgulayarak, gerekse organik uygulamalarda yoğun emisyona neden olan sentetik gübre ve pestisitlere kısıtlamalar getirerek karbon emisyonlarını azaltıcı etki yaratmaktadır.
Toprak sağlığı ve verimliliği organik tarımın birinci hedefidir. Örtüsüz, aşırı işlenmiş veya nadasta çıplak bırakılan toprak, karbon zengini olan üst toprak katmanının erozyonla veya yıkanma ile yok olmasına neden olur. Organik tarımda önerilen toprağın örtülü bırakılması veya hiç ya da az sayıda toprak işleme yapılması karbon emisyonlarını azaltırken, toprağın karbon bağlama kapasitesini de arttırmaktadır.
Toprak işlemesiz, örtü bitkili organik tarım uygulanması durumunda; ilk iki yılda topraktaki organik karbon %9, altı yılda ise %21 oranında artmıştır. Topraktaki organik madde artışı toprak sağlığı, verimlilik ve iklim değişikliklerine karşı en önemli araçlardandır. Topraktaki organik madde içeriğinin %20 artması hektar başına 9 ton karbon emisyonu tasarrufu anlamına gelmektedir.
Tarım alanlarında bağlanan karbonun yaklaşık yarısı toprak üstü aksamı tarafından tutulmaktadır. Bu nedenle yıl içi ekim planlamalarında iki ürün arasında toprağı örtüsüz bırakma yerine, kısa süreli de olsa örtü bitkilerinin ekimi karbon bağlama kapasitesini artırmaktadır. Meyve ağaçları gibi çok yıllık türlerde ise sıra aralarında benzer uygulamalar yapılabilir.
Endüstriyel üretimde azot oksitlerin salımına neden olan sentetik azotlu gübreler karbon emisyonlarının ana etkenlerinin başında gelmektedir. Hızla eriyebilen sentetik azotlu gübreler uygulandıktan hemen sonra topraktaki azot miktarını artırır ancak bunun bir kısmı bitki tarafından alınırken, kalanlar yıkanarak yer altı sularında kirliliğe neden olur veya gaz halinde kaybolur. Böylece her yetiştirme döneminde yeniden sentetik azotlu gübre vermek gerekir.
Organik tarım, sentetik gübre kullanımını yasaklarken; izin verilen hayvan gübresi, yeşil gübreleme, kompost ve benzeri uygulamalarda hektar başına toprağa katılan azot miktarını 170 kilogram ile sınırlamaktadır. Bu uygulamalar topraktaki organik madde miktarını yıldan yıla artırır ancak %25-30 gibi belirli bir kısmı o yılda yarayışlı hale geçer, diğer kısımlar ise sonraki yıla saklanır. Yani organik uygulamalar eklemeli etki yaratıp karbon bağlarken, sentetik azotlu gübrelerin her yıl yeniden eklenmesi zorunlu olduğu için tekrar tekrar karbon salımına yol açar.
Sentetik azotlu gübre uygulamaları ayrıca toprak mikroorganizmalarının solunum sonucu çıkardıkları karbondioksiti tetikler. Sentetik fosforlu gübreler ise bitki kökleri ile simbiyotik yaşayan mikroorganizmaların gelişmelerini baskı altına alarak toprağın karbon bağlama kapasitesini olumsuz etkilemektedir.
Endüstriyel hayvancılık hava kirliliğine yol açıyor
Endüstrileşmiş hayvancılık işletmeleri küresel ölçekte karbondioksitten daha fazla olumsuz etkisi olan metan salımının %37’sine, azot oksitlerin ise %65’ine neden olmaktadır. Organik hayvancılık ise alan bazlı ve kurallara uygun olarak yapılmakta ve böylece endüstrileşmekten kurtularak seyrelme etkisi ile sera gazı emisyonlarını azaltmaktadır.
İlgili yönetmeliklere göre, organik hayvancılıkta sürü büyüklüğü sınırlanmaktadır. Örneğin, organik tavukçulukta her barınakta en fazla 4.800 adet etlik piliç, 3.000 adet yumurta tavuğu bulunabilir. Ayrıca, hayvan başına gerekli en düşük iç ve dış alan belirlenmiş olup hektar başına 2 büyükbaş hayvan birimi ile sınırlandırılmıştır.
Düşük yoğunlukta hayvancılık ile metan ve azot kirliliğini azaltmak mümkündür. İşletme içi gübre ve diğer atıklar kullanılarak yem üretimi döngüsü sağlandığında taşınma ile ortaya çıkan emisyonlar azalırken, karbon bağlama kapasitesi artmakta ve böylece karbon bütçesi olumlu yönde gelişmektedir.
Gaz olarak uygulanan pestisitler iklim için 300 kat daha tehlikeli
Yapılan on yıllık bir araştırmaya göre, kompostlaştırılan inek gübresinin kullanıldığı bir ekim nöbetinde bitkilerin daha iyi gelişmeleri ile yılda hektar başına iki ton karbon bağlandığı hesaplanırken, endüstriyel üretimde karbon emisyonları ortaya çıkmıştır. Pestisitlerin -özellikle gaz olarak uygulananların- gerek üretim gerekse uygulanma aşamasında, karbondioksitten 300 kat daha fazla tehlikeli olan azot oksitlerin emisyonuna yol açtığı belirtilmektedir.
Politika desteğiyle organik gıdaya erişmek mümkün
Organik ürün pazarı küreselleşse de temel ilkeleri arasında yerel üretimin yerelde tüketilmesi gelmektedir. İç denetime dayalı katılımcı sertifikasyon uygulamaları birçok ülkede üretici ve tüketici işbirliği ile iç pazar için geliştirilmektedir. Çok sayıda organik ürün tüketicisi, tercihini yerel ürünler yönünde kullanarak bu ürünlerin uzun mesafeli taşınmalarını ve yarattığı sera gazı emisyonlarını azaltmada önemli bir etki yaratmaktadır. Bazı özel organik tarım standartları da aynı gerekçelerle organik ürünlerin uçakla taşınmasına izin vermemekte veya Bioswiss standardında olduğu gibi iç pazardaki ithal ürünlerde logo kullanımına ancak iç üretim yeterli değilse izin vermekte ve aksi halde ise farklı logo kullanılmaktadır.
Onarıcı tarım uygulamaları da organik tarımın temel ilkelerine uygun, başarılı sonuç vermiş uygulama ve yöntemleri bir araya getirerek yaygınlaştırmaya çalışmaktadır.
Sonuç olarak, her ölçekte kendine yeterli ve mevcut ekolojik ve sosyo-ekonomik koşullara göre bilgiyle tasarlanmış, karbon pozitif hedef koyan sistemlerle hem sağlıklı ürün hem de sürdürülebilir kalkınma sağlanabilir. Doğru politikalar ve bilgi paylaşımı ile ekolojik koşulları ve döngüleri esas alan organik sistemlerin geliştirilmesiyle birlikte herkese yeterli, erişilebilir fiyatta sağlıklı gıda ve gıda dışı ürün üretilmesi mümkündür.
Avrupa Komisyonu, Covid-19 salgını nedeniyle sağlıklı gıdaya erişimin daha da önemli hale geldiği bugünlerde, mevcut tarım sisteminde reform yapılması gerektiğini kabul etti ve pestisit kullanımını azaltmayı taahhüt etti.
Avrupa Komisyonu tarafından yayımlanan Çiftlikten Çatala (F2F) ve Biyoçeşitlilik (BDS) strateji dokümanları, mevcut gıda üretiminin sürdürülemez olduğunu kabul ederek; biyoçeşitliliği ve toplum sağlığını Avrupa Gıda Politikası’nın merkezine alan ve pestisit kullanımını azaltmaya yönelik hedefler belirledi.
Hem F2F hem de BDS’de ortaya konan çaba ile 2030 yılına kadar pestisitlerin genel kullanımının ve yüksek derecede tehlikeli pestisit kullanımının %50 azaltılması, pestisitlerin agroekolojik uygulamalarla değiştirilmesi, 2030 yılına kadar AB’nin tarım arazilerinin %25’inin organik tarıma ayrılması ve nihayetinde pestisitlerin AB kentsel yeşil alanlarında da yasaklanması hedefleniyor.
Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği tarafından yürütülen Zehirsiz Sofralar Projesi kapsamında kurulan ve 100’ün üzerinde sivil toplum örgütü ve inisiyatifinin oluşturduğu Zehirsiz Sofralar Sivil Toplum Ağı da, Kasım 2019 da başlattığı kampanya ile Tarım ve Orman Bakanlığı’ndan pestisitsiz tarıma geçiş yönünde politikalar izlemesini, kademeli bir geçiş ile 2030 yılında pestisitlerin yasaklanmasını talep etmişti.
Strateji dökümanlarını değerlendiren Avrupa Pestisit Eylem Ağı Çevre Politikası Yöneticisi Martin Dermine, tarımda derinlemesine bir reform yapılması gerekliliğinin kabul edilmesinin başlı başına bir devrim olduğunu belirtti ve şunları ekledi: “Pestisitler, biyolojik çeşitliliğin azalmasına neden oluyor. Bu değişim, Avrupa’yı yönetenler tarafından sıkı yaptırımı olan eylemlerle takip edilmelidir. %50’nin ilerici bir hedef olduğuna inanıyoruz, ancak biyoçeşitliliği geri kazanmak için daha fazla çaba gerekecek. AB’de yirmi yılda pestisit içermeyen tarıma ulaşmak için başka kilometre taşları belirlenmeli.“
Avrupa Pestisit Eylem Ağı Kimyasallar Koordinatörü Hans Muilerman ise, Avrupa Komisyonu’nun tarihte ilk kez pestisit kullanımını azaltma hedefleri belirleyerek, tarım endüstrisinin çıkarlarına karşı çıkmaya ve bilimi dinlemeye cesaret gösterdiğini söyledi.
Avrupa Komisyonu’nun hazırladığı belgeleri değerlendiren Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği Genel Müdürü Batur Şehirlioğlu şunları söyledi: “Umut ediyoruz ki Tarım ve Orman Bakanlığımız da sivil toplumun ve halkımızın haklı taleplerini dikkate alarak, pestisitsiz yani zehirsiz bir tarım için hızla AB’ye paralel adımlar atar. Unutmayalım ki yıllarca bizleri ve çocuklarımız zehirleyen pestisitler yasaklandıktan onlarca yıl sonra bile doğamızda, su kaynaklarımızda var olmaya ve bizleri zehirlemeye devam edecek. Her ne kadar bu gelişmeyi olumlu karşılasak da AB Komisyonu, Dünya Sağlık Örgütü, Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO), Tarım ve Orman Bakanlığı gibi kurumların sorumlulukları ve görevleri doğayı, insan sağlığını ve biyolojik çeşitliliği korumak için önlemini baştan alan politika, strateji ve uygulamalar geliştirmektir. Zehirlerin onlarca yıl kullanımına izin verdikten sonra yasaklamak değil zararlarını baştan tespit etmek, hiç uygulamaya sokmamak ve alternatif uygulama ve teknikleri desteklemektir.”
Pestisit kullanımından neden vazgeçilmeli?
Endüstriyel tarımda kullanılan pestisitler, başta anne karnındaki bebekler ve çocuklar olmak üzere, insan sağlığını tehdit ediyor. Pestisitlerin gıdalarda bıraktığı kalıntı, bu gıdaları tüketen insanlarda akut ya da kronik, pek çok sağlık sorununa yol açıyor.
Pestisitler insanlarda kısırlık, üreme sağlığı bozuklukları, hormonal sistemde ve sinir sisteminde bozulmalar ve kanser gibi sağlık sorunlarına yol açıyor.
Bebek ve çocuklarda kanser riski 10 kata kadar daha fazla
Kullanılan pestisitlerin önemli bir bölümü hormonal sistem bozucu ve nörolojik gelişim bozucu özellikler barındırıyor. Bebekler ve çocuklar bu tür pestisitlerin yol açtığı sağlık zararı açısından en kırılgan grubu oluşturuyor. Bebek ve çocuklardaki kanser riski yetişkinlere kıyasla 10 kata kadar artıyor.
Pestisitler biyoçeşitliliği nasıl olumsuz etkiliyor?
Biyolojik çeşitlilik hayattır. Yaşam pek çok ekosistemi, pek çok türü ve pek çok bireyi kapsar. BM’in Mayıs 2019’da açıkladığı rapora göre dünya genelinde 1 milyon tür yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Bu demek oluyor ki, yaşam tehlikede!
Başka bir raporda Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO), dünya genelinde gıda üretiminde yaşanan düşüşün sebebi olarak biyoçeşitliliğin azalmasını gösteriyor. Bu durumu tetikleyen en önemli unsurlar endüstriyel tarımda kullanılan pestisitler, zararlı kimyasallar, monokültür tarım, iklim değişikliği, tarım alanların yok edilmesi ve betonlaşma. FAO’nun hazırladığı rapora göre tehdit altında olan türler bitkiler, kuşlar, balıklar ve mantarlar. Dünyadaki gıda üretiminin dörtte üçüne katkı sunan tozlayıcılar tehdit altında.
Tarımsal alanlara, orman veya bahçelere uygulanan pestisitler havaya, su ve toprağa, oradan da bu ortamlarda yaşayan diğer canlılara ulaşıyor. Bitkilere uygulanan pestisitlerin sadece yüzde 2’si uygulandığı alanda kalıyor. Bazı pestisitler türlerin doğrudan zehirlenmesine yol açıyor ve nadir bulunan türlerde ciddi kayıplara neden oluyor. Diğer pestisitlerse besin zincirinde yavaş yavaş birikerek yine pek çok türü etkiliyor ve ekosistemin dengesini bozuyor.
Vakit kaybetmeden #ZehirsizSofralar
Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği ve Avrupa Pestisit Eylem Ağı tarafından yürütülen Zehirsiz Sofralar Projesi kapsamında kurulan Zehirsiz Sofralar Sivil Toplum Ağı, Tarım ve Orman Bakanlığı’na yönelik başlattığı imza kampanyasıyla #ZehirsizSofralar için adım atılmasını istiyor. Covid-19 nedeniyle sağlıkla ilgili kaygıların arttığı ve sağlıklı gıdanın öneminin her zamankinden daha çok hissedildiği bu kritik dönemde, tarım zehirleri kullanımına son verilmesi, alternatif tarım yöntem ve tekniklerinin desteklenmesi için vakit kaybetmeden gereken kararların alınmasını istiyor.
Zehirsiz Sofralar Sivil Toplum Ağı, Kasım 2019’da başlattığı ve 130 binden fazla kişinin imzalayarak destek verdiği Zehirsiz Kampanya ile Tarım ve Orman Bakanlığı’ndan şu taleplerde bulunuyor:
1- Dünya Sağlık Örgütü tarafından “son derece tehlikeli”, “yüksek seviyede tehlikeli” ve “muhtemel kanserojen” olarak belirlenen ve tarımda kullanılan 13 etken madde (Difenacoum, ethoprophos, cyfluthrin, beta-cyfluthrin, zeta-cypermethrin, fenamiphos, formetanate X formetanate hydrochloride, methiocarb, methomyl, tefluthrin, zinc phosphide, glyphosate, malathion) öncelikle ve acilen yasaklansın.
2- Pestisitlerin tamamının 2030 yılına kadar yasaklanması, doğa dostu, zehirsiz yöntemlerle tarımsal üretim yapılması için Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından gerekli adımlar atılsın; doğa dostu tarım yöntemleri ve bu yöntemlerle tarım yapan küçük üreticiler desteklensin; üreticileri doğa dostu, zehirsiz yöntemler kullanmaya teşvik edecek politikalar uygulansın.
3- Türkiye’de tarım ve gıda ürünlerinde kullanılan pestisitlerle ilgili denetimler artırılsın, elde edilen denetim sonuçlarıyla ilgili şeffaflık sağlansın.
Zehirsiz Sofralar Projesi pestisitlerin zararları konusunda farkındalık yaratmak ve Türkiye’deki pestisit kullanımını azaltmak amacıyla Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği ve Avrupa Pestisit Eylem Ağı (PAN Europe) tarafından yürütülmekte ve Avrupa Birliği tarafından Sivil Toplum Diyaloğu V Programı kapsamında destekleniyor.