Bir sistemin sürdürülebilir olarak tanımlanabilmesi için dünya nüfusunu sadece bugün veya on yıl sonra besleyebilecek olması yetmez, yüzyıl hatta daha sonrasında bile besleyebiliyor olması gerekir.
Organik tarımın dünya nüfusunu besleyip beslememesi organik karşıtlarının en çok gündeme getirdiği tartışma konularından biri iken bugün bu tartışma konusu ile ilgili gelişmeler bunu sunanların aleyhine dönmekte.
Tek tip tohuma ve monokültür tarıma dayalı sistemlerin kuraklıklar ve diğer iklimsel değişimlere karşı yetersiz kalması, hızla artan gıda fiyatları, böceklerin, hastalık etmenlerinin ve yabani otların zirai ilaçlara direnç geliştirerek zararlarını sürdürüyor olmaları, tarım topraklarının verim kayıpları, su kaynakları ve doğanın geri dönüşü olmayacak biçimde kirlenmesi, tahribi ve konvansiyonel tarımın insan sağlığı üzerindeki olumsuz etkileri, enerji tüketimi, konvansiyonel tarımı ve paralelinde gelişen endüstriyel gıda sistemlerini, önümüzdeki dönemde oluşabilecek gıda yetersizliğinin ve artan girdi, sağlık, çevre maliyelerinden dolayı yaşanacak ekonomik sıkıntıların sorumlusu haline getiriyor.
Konvansiyonelden organik yöntemlere geçiş sürecinde yaşanan verim kayıplarına rağmen organik tarımda, uygulanan münavebe, yeşil gübreleme, yanmış ahır gübresi, solucan gübresi gibi uygulamalar sayesinde toprağın üretkenliğini ve sağlığını yeniden kazanması sağlanıyor. Organik tarımda uzun vadeli araştırmalarda konvansiyonelle aynı, kuraklık gibi iklimsel sorunlar yaşandığı yıllarda ise konvansiyonel tarımdan daha fazla verim alınabiliyor.
Sentetik gübre ve pestisitler gibi dış girdilere bağımlılığı en aza indirgeyen ekolojik tarım yöntemlerinde çiftçileri ve tarım işçilerini desteklemek, UNEP’in açlıkla mücadele ve dünya çapında gıda güvenliğini geliştirmek için önerdiği üç orta vadeli öneriden biri.
FAO’nun organik tarım ve gıda güvenliği konulu bir konferansının sonuç raporunda “Organik tarım, daha az bir çevre etkisi ile konvansiyonel tarım kadar küresel çapta gıda güvenliğini sağlama potansiyeline sahiptir.” deniliyor. Birleşmiş Milletler’in başka bir raporunda ise organik tarım yöntemlerinin 10 yıl içinde küresel gıda üretimini iki katına çıkarabileceği belirtiliyor.
Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’nün (FAO) verilerine göre, dünyada her yıl 1,3 milyar ton gıda, üretimden tüketime kadarki zincirde israf oluyor ve her gece 870 milyon insan yatağa aç giriyor. FAO bunun nedenini “yetersiz gıda değil, adaletsiz dağılım” olarak açıklıyor.
Gümrük ve Ticaret Bakanlığı İç Ticaret Genel Müdürlüğü verilerine göre gıda ürünlerinin üreticiden tüketiciye ulaşması sırasında nakliye ve depolama koşullarının yetersizliği ve uygunsuzluğu yüzünden gıdanın %25’i heba oluyor. Bu kayıpları kaldıracak önlemler alınırsa nüfusu 75 milyon olan Türkiye 100 milyon nüfusu dahi besleyebilir. Bu %25 e israf edilen gıda dahil bile değil.
Bütün verim tartışmaları ve karşılaştırmaları bir yana FAO’nun raporları açlığın gıda yetersizliğiyle ilgili değil bir dağıtım, paylaşım sorunu olduğunu ve gıda israfının inanılmaz boyutlarda olduğunu gösteriyor. Dünya’nın bir yanında depolarda ülke ihtiyaçlarını yıllarca sağlayabilecek tahıl stoklanırken, gıda tüketiminde israf söz konusu iken, Dünya’nın diğer tarafında çocukların açlıktan ölüyor, besin noksanlığından hastalanıyor olması bunun gözle görünür bir ispatı değil mi? Adaletin olmadığı bir toplumda açlık tarım sistemlerinin ötesinde tartışılması gereken bir kavramdır. Asıl sorulması gereken soru, organik tarımın dünyayı besleyecek kapasitede olup olmadığı değil insanın neden doymadığıdır.