Sağlıklı gıdada haksız rekabet
Buğday Derneği Strateji Kurulu Üyesi Oya Ayman yazdı: “Tarım zehiri kullanılmayan organik ürünler, tarım zehiri kullanılan iyi tarım ile neden rekabet edemiyor?”
Türkiye’de organik ürün üreticisi, kimyasal kirlilik dahil her türlü kirlilikle baş etmenin yolunu bulsa da, bilgi kirliliği ile baş etmekte zorlanıyor. İnternetteki “sözde organik” kirliliği yetmiyormuş gibi tarım zehirlerinin yasal limitlerde kullanılmasına izin verilen ”iyi tarım” ürünleri de, tarladan tezgaha bütün aşamalarda insan ve çevre sağlığına zarar vermediğine dair denetlenip sertifikalandırılmış organik ürün üreticilerinin zaten kısıtlı olan pazarında haksız rekabete neden oluyor.
Evde oturmuş, internetten alışveriş yapmaya çalışıyorum. Pek çok konuda olduğu gibi gıda konusunda da bilgi kirliliğinden geçilmiyor. Bilinen bir alışveriş sitesinde organik ürünler başlığına tıklıyorum. Karşıma ”doğal” olduğu veya organik yöntemlerle üretildiği belirtilen bir sürü ürün çıkıyor, hatta bazılarında ne doğal ne de organik yazıyor. Organik sertifikası olan birkaç ürün var. Ama çoğunun ne ürün açıklamasında ne de web sayfasında organik sertifikası bulunduğuna dair bir ibare var. Oysa Organik Tarım Kanunu’na göre, organik sertifikalı olmayan ürünlerin ”organik” adı altında satılması yasak.
Limitli tarım zehiri ve sentetik gübre uygulamalarına izin veren iyi tarım uygulamaları ile tarım zehiri ve sentetik gübre kullanımını yasaklayan organik sertifikalı tarım birbirinden tamamen ayrı üretim yöntemleri.
Bir başka siteye tıklıyorum. Doğal çiftlik yumurtası sattığını belirten bir çiftliğin gezen tavuk fotoğrafları ile dolu sitesinde sadece doğallık ve lezzetten bahsediliyor, tavukların kendi yetiştirdikleri buğdayla ve bazen de dışarıdan aldıkları yem takviyesi ile beslendiklerini anlatıyorlar. Buğdayı yetiştirirken sentetik gübre ve kimyasallar kullanıyorlar mı? Dışarıdan aldıkları yem GDO’lu olabilir mi? Bu konularda bilgi yok. Aynı sitede biberden tereyağına ev yoğurdundan meyveye kadar pek çok ürün var ama nasıl yetiştirildikleri, nasıl işlendikleri yazmıyor. Peki biz nereden bileceğiz doğal olduğunu? Üstelik doğalın bir tanımı ve standardı yokken… Bu konuda bilgi almak üzere, firmaya mesaj gönderiyorum. Bir ay bekliyorum, cevap yok.
Limitli tarım zehiri ve sentetik gübre uygulamalarına izin veren iyi tarım uygulamaları ile tarım zehiri ve sentetik gübre kullanımını yasaklayan organik sertifikalı tarım birbirinden tamamen ayrı üretim yöntemleri.
Türkiye’de organik ürün üreticisi, kimyasal kirlilik dahil her türlü kirlilikle baş etmenin yolunu bulsa da, bilgi kirliliği ile baş etmekte zorlanıyor; internetteki ”sözde organik” kirliliği, kontrollü ve sertifikalı organik üretim yapan üreticilerin zaten kısıtlı olan pazarında haksız rekabete neden oluyor. Doğal, naturel, köy ürünü gibi etiketlerle, hatta ”organik” olduğunu iddia ederek, herhangi bir denetime tabi olmadan internette satış yapabilenlerin neden olduğu haksız rekabet, insanla birlikte doğadaki tüm varlıkların sağlığını gözeten kriterlere bağlı kalarak sertifikalı organik üretim yapan üreticilerin pazar bulmasını ciddi ölçüde engelliyor.
Arz da talep de az, bilgi eksikliği fazla
Türkiye Kontrol ve Sertifika Kuruluşları Derneği (KSKDER) Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Avcı, Türkiye’de üretilen sertifikalı ürünlerin hak ettiği pazarı bulamadığını söylüyor. İç piyasada tüketilen ürün miktarının ihraç edilenden daha düşük olduğunu belirten Avcı, ”Organik ürünlere iç piyasada talep çok az. İnsanlar organik ürün hakkında yeterli bilgiye sahip değiller. O nedenle köy ürünü ya da doğal ürün adı altında daha uygun fiyattan satılan ürünleri tercih ediyorlar. Bu da gerçekten doğal yöntemlerle üretilen organik sertifikalı ürünlerin önünde bir bariyer oluşturuyor” diyor.
Marketlerin organik ürün rafları, sadece organik sertifikalı ürün satan birkaç dükkân ve e-ticaret sitesi, organik pazarlar ve çiftçiden doğrudan sipariş sistemleri gibi organik ürüne erişim kanalları Türkiye’de mevcut ancak yeterli değil.
Türkiye’de 1980’li yıllarda ihracat motivasyonuyla başlayan organik üretim, artan bir ivme gösterse de 40 yılda toplam tarımsal üretimin %1,5-2’sinden ileriye gidemedi. Kişi başına organik üretim verileri de, tüketici tercihlerinden öte, organik ürüne erişim konusunda yaşanan zorlukların göstergesi. Danimarka’daki pazarda gıda maddelerinin %13’ü organik sertifikalı iken ve bir kişi yılda ortalama 344 avroluk organik ürün tüketirken, bu sayı Fransa’da 174 avro, Kanada’da 93 Avro, Türkiye’de ise 1 avro.
52 BİN 590 ÜRETİCİ 235 ÇEŞİT ORGANİK ÜRÜN ÜRETİYOR
Türkiye’de organik sertifikalı bitkisel üretim yapan üretici sayısı 2020 yılında 52 bin 590’ye, üretim alanı (doğal toplama alanı dahil) 382 bin 665 hektara, ürün sayısı 235’e ve yıllık üretim miktarı ise yaklaşık 1 milyon 631 bin 943 tona ulaştı.
2020 yılı verilerine göre, ülke genelinde organik hayvancılık yapan işletme sayısı 110 adet (büyükbaş – küçükbaş – kanatlı işletmesi). Bu işletmelerde 7 bin 888 adet büyükbaş, 2 bin 454 adet küçükbaş ve 1 milyon 119 bin 823 adet kanatlı hayvan varlığı bulunuyor. Ayrıca 494 üretici tarafından 89 bin 128 adet kovanda 1 milyon 28 bin 39 ton bal üretildi. (Kaynak: Tarım ve Orman Bakanlığı, 2021).
Haksız rekabet, güven ve fiyat
Tarladan, köyden, teyzemin çiftliğinden, doğanın beşiğinden, dedemin mandırasından gibi doğallığı ve samimiyeti çağrıştıran çeşitli isimler altında satılan ve aslında nasıl yetiştirildiği bilinmeyen ürünlerin ”organik” adı altında satılması kontrollü ve sertifikalı organik yetiştiren çiftçileri haksız rekabetle karşı karşıya bırakmanın yanı sıra tüketicilerin organik ürüne yönelik güven sorunu yaşamasına da neden oluyor.
“Doğal”, ”köy ürünü” gibi etiketlendirmeler herhangi bir kritere bağlı değil. Türk Gıda Kodeksi Gıda Etiketleme ve Tüketicileri Bilgilendirme Yönetmeliği’nde, ”Gıdalar, tüketiciyi yanıltmayacak şekilde ve satın alacak kişinin bilinçli bir seçim yapabilmesini sağlayacak biçimde etiketlenmeli ve tanıtılmalıdır… Gıdanın etiketlenmesi, gıdanın nitelikleri açısından yanıltıcı olmamalıdır” ifadeleri yer almasına rağmen, ”pastörize süt, UHT süt, siyah çay, bitki çayları, yumurta, bal, kahve, taze ve kurutulmuş, dondurulmuş meyve-sebze, yoğurt, natürel sızma zeytinyağı vb” gıdalarda doğal terimi kullanılmasına izin veriliyor.
Oysa herkesin “doğal” tanımı farklı: Kimine göre doğada kendiliğinden yetişmiş ürünler, kimine göre tarlada tarım zehrine, sentetik gübreye, serada hormona maruz kalmayanlar, kimine göre gıda katkı maddesi eklenmemiş olanlar doğal… Öte yandan bazı tüketiciler ve hatta üreticiler organik sertifikası olmayan ürünlerin ”organik” adı altında satılmasının yasak olduğunun farkında bile değil.
‘Güven eksikliği pazarın büyümesini engelliyor’
Uludağ Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. İbrahim Ak, ”Yaptığımız tüketici anketlerinde organik ürün konusunda ciddi bir bilgisizlik olduğunu saptadık” diyor ve ekliyor: ”Eğitimli kesimde bile bu konuda bilgi eksikliği var. Organik olmayan ürünlerin organik adı altında satılması da bu ürünlere güveni sarsıyor. Bu duruma, fiyatın diğer ürünlere göre daha yüksek olması da eklenince organik ürünlerin pazar bulması güçleşiyor.”
İnsan ve çevre sağlığına zararlı kimyasalların ve GDO’nun kullanılmadığına dair üretimin her aşamasında denetlenerek sertifikalandırılan organik ürünler; sertifika maliyetine eklenen yoğun emek, lojistik, raf ömrünün ilaçlanan ürünlerden daha kısa olması, standardı yüksek depolama maliyetleri ve sürümün az olması gibi nedenlerle, iyi tarım ürünleri ve diğer konvansiyonel ürünlerle fiyat konusunda rekabet edemiyor.
‘İyi tarım, organik tarıma engel oluyor’
Prof. Dr. Ak’a göre, ”Organik sertifikalı ürün pazarının önündeki en büyük engel, kontrol ve sertifikasyon sistemiyle yapılan iyi tarım”. İyi tarım sertifikası, yasal limitlerle tarım zehri ve sentetik gübre kullanan çiftçilere veriliyor.
Ayrıca organik tarımda iki-üç yıl süren geçiş dönemi iyi tarımda yok; anlaşma yapıldıktan sonra çiftçi, ilk hasadını iyi tarım ürünü olarak pazarlayabiliyor. Buna karşın yarattığı ”iyi” algısı nedeniyle organik tarım önünde engel oluşturuyor. ”İyi” ile ”organik” etiketleri arasında tercih yapan tüketici hem organik hakkında yeterince bilgi sahibi olmadığı için hem de fiyat avantajından dolayı ”iyi” denilene yönelebiliyor. İbrahim Ak, Bakanlığın tüketicideki kafa karışıklığına ortam hazırladığını belirtiyor: ”Bir tarafta tarım zehirlerini ve sentetik kimyasalları reddeden organik, diğer yanda bu zehirleri limitli kullanabilirsin, diyen iyi tarım… Birbiriyle yan yana gelemeyecek bu iki yöntem Bakanlık’ta aynı daire başkanlığında yönetiliyor,” diyor.
Prof. Dr. Uygun Aksoy ise organik tarım ve iyi tarım dairelerinin bazı ülkelerde aynı daire altında yer alabildiğini, zira her ikisinin de tarım ürünlerinin kalite sistemi kabul edildiğini söylüyor: ”Buradaki sorun, Tarım ve Orman Bakanlığı’nın her iki yöntemin birbirini engellemeyecek şekilde bir strateji geliştirmesi gerekliliği…”
Organik üretim yapan çiftçi destek istiyor
Organik üretim yapan çiftçiler iklim değişikliği, böcek istilası, hastalıklar, giderek artan yevmiyeler, ithal biyolojik preparat fiyatları, artan bürokratik işlemler ile uğraşırken bir yandan da ürünlerini pazarlama endişesi yaşıyor.
13 yıldır organik sertifikalı üretim yapan Özgür Andaç, şunları anlatıyor: ”Tarladan tezgâha ciddi bir iş yükünü göğüslüyoruz. Tohumunu ek, çapasını yap, böceğini elle topla, gece domuz bekle, hasadını yap, sertifika konusunda bir sürü bürokrasiyle uğraş, evrak doldur, pazara ürün götürmek için şoförlük yap, bütün gün soğukta sıcakta tezgâhta durup pazarcılık yap… Bütün bu işler bizim üzerimizde. Organik sertifikalı üretim yapan çiftçinin ürünü pazara ulaştırabilmek için yaşadıklarını da şöyle aktarıyor Andaç:
“Organik ürün yetiştiren çiftçi ürününü Şişli %100 Ekolojik Pazar’a ulaştırabilmek için hafta boyu tarlada gündüzlü geceli çalışır, sonra cuma günü hasat yapıp, o yorgunlukla direksiyona geçer, saatlerce yol alır, sabahın 2’sinde ekolojik pazara gelir, üç-dört saat dinlenip tezgâhını kurar, gün boyu satış yapar, otelde kalacak parası yoktur, arabada yatar, ertesi gün Küçükçekmece pazarında saatlerce ayakta satış yapar ve sonra yeniden direksiyona geçip köyüne, tarlasına döner. Bu her hafta böyle tekrarlanır.”
Özgür Andaç’a göre, pazarın bir türlü genişleyememesinin nedeni, organik sahteciliğinin tüketicide neden olduğu kafa karışıklığı… Andaç, kendileri bu zorlukları yaşarken internette nasıl yetiştiği belli olmayan ürünlerin organik adını ve fiyat avantajını da kullanarak satılmasının hem organik ürün çiftçisini hem de organik ürün piyasasına zarar verdiğini söylüyor: ”Organik sertifikalı üretici bu kadar emek verirken, birileri nasıl üretildiği belli olmayan ürününü bir instagram hesabından organik diye satıyor, üstelik organikteki maliyetleri olmadığı için daha düşük fiyattan… İnsanlar da ucuza organik buldum diye onları alıyor. Organik sertifikalı ürün için binbir emek veren bizler en çok fiyat dezavantajından ötürü bu ürünlerle rekabet edemiyoruz.”
Bazı organik üreticiler de güven sorununun aşılması için, tağşişli ürünlerde olduğu gibi, sahte organik etiketiyle ürün satanların da kamuoyunda teşhir edilmesi gerektiğini belirtiyor.
Sonuç olarak haksız rekabetten bilgi kirliliğine, yüksek maliyetlerin neden olduğu fiyat dezavantajından verilen desteklerin azalmasına kadar organik sertifikalı ürün pazarının önündeki engellerden en büyük zararı, organik üreticiler ve sağlıklı ürüne ulaşmaya çalışan tüketici görüyor.
Yeşil Mutabakat çözüm olabilir mi?
Elbette ideal olan, herkesin zehirli kimyasallarla üretilmemiş sağlıklı ürünlere tüm pazarlardan makul bir fiyata erişebilmesi… Ancak bu ideal, tarımsal üretimde tamamıyla kontrollü ve sertifikalı organik üretime geçilmesini hedefleyen politikaların hayata geçirilmesiyle gerçekleşebilir.
AB, Yeşil Mutabakat Eylem Planı’nda organik alanları artırma hedefini, iklim değişikliğine uyumla (karbon nötr hedefi) birlikte sağlıklı gıda üretimine yönelik en etkili yöntem olarak seçti. Türkiye’nin de AB uyum sürecinde takip ettiği, Yeşil Mutabakat Eylem Planı’na göre “2030 yılına kadar organik tarım üretim alanlarının ve üretim miktarlarının artırılması” hedefleniyor. Bu hedefe ulaşmak için de öncelikle sahteciliğin önüne geçilmesi ve organik sertifikalı ürün pazarının genişletilmesi gerekiyor.
Organik sahtecilikle mücadelede, üretim ve depolama kanallarını denetleyen hükümetin satış kanallarını da denetlemesi gerektiğini belirten KSKDER Başkanı Mustafa Avcı, tüketicinin bilgilendirmesi ve Avrupa ve ABD’de olduğu gibi organik sertifikalı ürün satışında özelleşmiş marketlerin yaygınlaşmasının önemine işaret ediyor.
İbrahim Ak ise ”AB Yeşil Mutabakat metnine göre, organik tarım alanlarının 2030 yılına kadar %25 artırılması hedefleniyor. AB uyum sürecinde olan Türkiye’nin bitkisel üretimde sekiz yılda bu hedefi yakalaması çok zor. Ama sadece Doğu Anadolu’da 5 milyon hektara yakın mera, organik tarıma geçirilebilir. Bu yapılırsa organik hayvancılık konusunda ciddi bir gelişme sağlarız” diyor.
Organik ürünün daha fazla tanıtıma ihtiyacı olduğunun altını çizen Ak’ın şu sözleri, tarım politikalarımızla ilgili gerçeği de gözler önüne seriyor: ”Halkın sağlığını düşünmek devletin işi. Sağlıklı üretim ve ürünlere erişim konusunda yol gösterici ve destekleyici olması gerekir. Galiba organik üretimin gelişmesi de AB zorlamasıyla olacak.”
YILLARCA KULLANILAN TARIM ZEHİRLERİ BİRER BİRER YASAKLANIYOR
Tarım zehiri pestisitlerin (böcek, mantar, ot vs öldürücüler) piyasaya sürülmeden önce zararlı olup olmadıklarını anlamak için çeşitli testlere tabi tutuldukları söylense de yapılan çalışmalar bu testlerin yetersiz olduğunu, insan sağlığına ve doğaya verilen zararın devam ettiğini ortaya koyuyor. Geliştirilen hassas cihazlarla pestisitlerin kalıntıları veya etkileri daha açık olarak ortaya konuyor.
Türkiye tarımında kullanımına izin verilip yıllarca uygulandıktan sonra, 2010 yılından itibaren 200’e yakın pestisit etken (aktif) maddesinin yasaklaması da, bu testlerin ve pestisit ruhsatlandırma sürecinin yetersizliğini gösteriyor. Örneğin, 1990’lı yılların başında son derece güvenilir ve zararsız olarak nitelenerek piyasaya sürülen neonikotinoid grubu pestisitler, arılar başta olmak üzere uçucu böceklere büyük zarar veriyor.
Pestisit kullanımı biyoçeşitlilik kaybı, tarımsal üretime zarar veren canlıların pestisitlere direnç geliştirmesi, zararlı sayısında artış, akut (hızlı başlayan ve kısa süreli) ve kronik (uzun süren hatta hayat boyu devam eden) sağlık zararları, toprak ve su varlıklarında kalıcı kimyasal kirlilik gibi bir dizi çok önemli soruna neden oluyor. Pestisit kullanımı öncelikle çiftçiler, tarım işçileri ve onların çocuklarının sağlığına zarar veriyor. Pestisitlerin yol açtığı sorunların giderilmesi için agroekolojik yöntemlere ağırlık vermek gerekiyor.
- Doğa dostu yöntemlerle, güvenilir ve besleyici gıdalar üretmeyi amaçlayan agroekoloji yöntemleri için tıklayın.
- Pestisitlerle ilgili doğru ve geniş bilgiye ulaşmak ve zehirsiz tarım yöntemleri için Zehirsiz Sofralar’ı inceleyebilirsiniz.
Buğday Derneği Strateji Kurulu Üyesi Oya Ayman’ın “Sağlıklı gıdada haksız rekabet” başlıklı dosya haberi Yeşil Gazete‘de yayımlanmıştır.