All posts by Batur Şehirlioğlu

25 May

Türkiye’yi kanser eden ürünleri devlet gizledi, biz açıklıyoruz. İşte zehir listesi

Sağlık Bakanlığı, 2011-2016 yılları arasında kanserden ölümlerin dünya ortalamasının üstünde olduğu Antalya, Ergene ve Dilovası’nda geniş çaplı bir araştırma yaptı. Kanser vakalarında çevre kirliliğinin rolüne ışık tutan çalışmanın sonuçları kamuoyuna açıklanmış değil. Bakanlığın halktan gizlediği çalışmada insan sağlığını tehdit eden pestisitin taze fasulye, biber, hıyar, marul, maydanoz, çilek, erik ve elmada maksimum kalıntı limitlerini çok aştığı ortaya çıktı. Sularda ise yine kanserojen etkisi bilinen hidrokarbon kalıntıları tespit edildi.

Dünya Sağlık Örgütü dünya genelinde kanserden ölümlerin oranı yüzde 16 olarak belirtiliyor; yani her altı ölümden birinin nedeni kanser.

Türkiye’de ise her sekiz ölümden birinin nedeni (yüzde 13) kanser. Ancak bölgeden bölgeye büyük farklar var. Örneğin Tekirdağ, Kırklareli ve Edirne’de yaklaşık her dört ölümden biri, Kocaeli Dilovası bölgesinde (yüzde 37) her üç ölümden ve Antalya ilinde ise her 10 ölümden birinin nedeni kanser.

Kanserojen (kansere yol açan) kimyasallara uzun süre maruz kalmak kanser hastalığının en önemli nedeni. Kansere yol açan etkenlerin çevresel ortamlarda ne miktarda bulunduğu, insanların bu etkenlere ne miktarda maruz kaldığı ve bu maruziyetin ne kadar sürdüğü gibi faktörler kanser hastalığının görülme sıklığının bölgeden bölgeye farklılık göstermesine neden oluyor.

Kanserojen maddeleri bünyemize nasıl alırız?

Bir halk sağlıkçısı gözüyle bakıldığında bedenimizin sınırları dışında kalan her şey dış çevreyi oluşturur. Deriyle temas, soluma, yeme ya da içme yoluyla dış çevrede bulunan toksik etkili kimyasal maddeleri bünyemize alırız.

Zehirli veya kansere yol açan kimyasal maddeler dış çevrede doğal olarak nadiren bulunur. Genellikle tarımsal ve endüstriyel faaliyetlerden açığa çıkarlar. Bu faaliyetlerin yoğun olduğu bir bölgenin toprağı, suyu, havası, gıda ürünleri kansere yol açan kimyasal maddelerle kirletildikçe o bölgede yaşayan insanlar arasında kanser hastalıklarının görülme sıklığının artması kaçınılmazdır. Kocaeli Dilovası ve Ergene Nehri Havzası gibi yaşam alanlarının kansere neden olan kimyasal maddelerle en fazla kirletildiği yerlerde kanser hastalıklarının sık görülmesinin en önemli nedeni budur.

Türkiye’yi kanser eden ürünleri devlet gizledi, biz açıklıyoruz! İşte zehir listesi

Ergene Nehri Havzası ve Kocaeli Dilovası

Ergene Nehri Havzası’nda Edirne, Tekirdağ ve Kırklareli illeri yer alıyor. Bu illerde yer alan sanayi tesisleri açığa çıkardıkları atık suları herhangi bir kimyasal arıtma yapmadan nehre boşaltıyorlar. Nehir aşırı yağışlar sonucu taştığında bütün Ergene Ovası zehirli kimyasal maddelerle kirleniyor. Bu zehirli maddeler yeraltı sularına ve yetiştirilen gıda ürünlerine de bulaşıyor. Marmara Denizi’ne dökülen akarsu denizdeki kabuklu canlılardan balıklara bütün yaşam formlarına zehirli kimyasal maddelerin bulaşmasına neden oluyor. Ülkemizin kanser tartışmalarında öne çıkan bir başka bölgesi ise Kocaeli ilinde yer alan Dilovası. 2011’de Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu Dilovası’ndaki kimyasal kirliliğin anne ve bebeklerin vücutlarına sağlığa zararlı ağır metallerin geçmesine neden olduğunu açıklamıştı. Bu açıklama nedeniyle yerel idarecilerin suçlamasına maruz kalan ve hakkında dava açılan Hamzaoğlu, 2016’da üniversitedeki görevinden KHK ile çıkarıldı. Şimdi tutuklu ama toplumsal barış mücadelesini yılmadan sürdürüyor –selam olsun-.

1318 örneğin yüzde 40’ında kimyasal kalıntı bulundu

Gıdalardaki zehir

Araştırmada 1380 gıda ve 1440 su örneği çalışıldı. Gıdalarda 332 farklı pestisitin kalıntısı araştırıldı. Hormonal sistem bozucu olarak nitelenen 106 pestisitin tamamı analiz kapsamındaydı.

Kocaeli’nden alınan toplam 283 örneğin yüzde 38’inde, Antalya’dan alınan 572 örneğin yüzde 60’ında ve Ergene bölgesinden alınan 463 örneğin yüzde 14’ünde pestisit kalıntısı tespit edildi. Gıdalarda en çok pestisit kalıntısı çıkan il Antalya oldu.

Pestisit kalıntı analizi yapılan 1318 gıda örneğinin yaklaşık yüzde 60’ında pestisit kalıntısı çıkmadı; yüzde 40’ında ise en az bir pestisit olmak üzere 73 çeşit pestisit kalıntısı tespit edildi.

Sağlığa zararı kesin

Analiz edilen örneklerin yüzde 17.3’ünde mevzuatın izin verdiği maksimum kalıntı sınır değerinin (MKL) üzerindeki miktarlarda pestisit kalıntısı saptandı. Maksimum kalıntı sınır değerlerini aşan pestisitlerin sağlığa zarar vereceği kesindir. Dolayısıyla 5 farklı ile yayılan onlarca çeşit gıda ürününün analiz edildiği bu çalışmanın ülke genelindeki gıdalarda çok ciddi bir pestisit kalıntısı sorununa işaret ettiği söylenebilir. Bu konuda Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı tarafından yurt genelinde yapılan çalışmalarda mevzuatta belirtilen sınır değerleri aşan pestisitlerin oranının yüzde 2-3 aralığında olduğu açıklanıyordu.

Ancak bu açıklamanın doğru olmadığı ve ortada ciddi bir sorun olduğu aşikâr.

Araştırmada maksimum kalıntı sınır değerlerini aşan ürünlere dair bilgiler tabloda yer alıyor.

Ancak mesele sadece maksimum kalıntı sınırını aşan ürünler değil. Bir gıda ürününün hepsi de mevzuattaki sınır değerlerin altında kalan birden fazla sayıda pestisit içermesi durumunun da sağlık sorunu yaratacağı düşünülmelidir. Bu soruna yarın değineceğim.

BAZI SULARDA HİDROKARBON KALINTILARI VAR

Araştırmada 5 ildeki 1440 farklı yerleşim noktasından alınan kaynak ve depo suları da analiz edildi. Bu sularda kansere neden olan PAH bileşikleri ile bazı pestisitlerin kalıntıları araştırıldı. Polisiklik aromatik hidrokarbonlar (PAH) iki ya da daha fazla benzen halkasına sahip kansere yol açan kimyasal maddelerdir. Petrol kirliliği, yağ, kömür, katran atıklarında bulunur ve fosil yakıtları başta olmak üzere çeşitli maddelerin yanması sonucu açığa çıkarlar. Doğada 100’ün üzerinde PAH bileşiği bulunsa da gıdalar ve sularda nadiren tespit ediliyorlar. Araştırmada kanserojen etkisi daha fazla olan 16 PAH bileşiği araştırıldı. Analiz edilen su örneklerinin 19 tanesinde (yüzde 1,3) PAH kalıntıları tespit edildi. İllere göre dağılım tabloda yer alıyor.

Su örneklerinde Asenaften, Asenaftelen, Floren, Naftalin ve Fenantren olmak üzere 5 adet PAH bileşiğinin kalıntısı tespit edildi. Antalya’dan alınan su örneklerinin hiçbirinde PAH bileşiği kalıntısı çıkmadı. En çok PAH kalıntısı tabloda da görülebileceği gibi Ergene havzasından alınan su örneklerinde çıktı. Yüzde 1.3’lük kirlilik oranı düşük görülmemeli; çalışmanın bütün bir yıla yayılmadığı; belli bir zaman diliminde yapıldığı dikkate alınmalı. Tespit edilen PAH kirliliği her hâlükârda çevre kirliliğinin bir göstergesidir.

Bakanlığın gizlediği araştırma

Sağlık Bakanlığı’nın 2011-2016 arasında yürüttüğü bir araştırma projesi Ergene ve Dilovası’ndaki kanser vakalarında çevre kirliliğinin rolüne büyük ışık tutuyor.

Araştırma “Kocaeli, Antalya, Tekirdağ, Edirne, Kırklareli İllerinde Çevresel Faktörlerin ve Sağlık Üzerine Etkilerinin Değerlendirilmesi Projesi” başlığını taşıyor.

Araştırmada Ergene Nehri Havzası’nda yer alan Edirne, Kırklareli, Tekirdağ illeri; Dilovası bölgesinin de içinde bulunduğu Kocaeli ve Antalya’da yapıldı. Bu illerde yaşayan insanlardan ve yerleşim bölgelerinden alınan binlerce örnekte kanser hastalıklarına neden olan kimyasal maddeler araştırıldı. Araştırmanın amacı çevresel ortamlardaki kanserojen madde kirliliğinin ne düzeyde olduğunu ve o bölgelerde yaşayan insanların soludukları hava, içtikleri su, yedikleri gıdalarla bünyelerine kansere neden olan kimyasal maddeleri alıp almadıklarını belirlemekti. Köy ve mahalle bazında binlerce yerleşim bölgesinden örnekler alındı.

Antalya ilinde sanayi faaliyetleri yok. Dolayısıyla Ergene Havzası ve Kocaeli bölgesinde sanayi faaliyetlerinden ve zehirli atıklardan kaynaklanan kanserojen madde kirliliğini sanayinin olmadığı bir bölge ile kıyaslamak amacıyla seçildi.

Çalışmada neler analiz edildi?

Çalışmada toprak, su, gıda, hava, atık su ve Saroz, İzmit ve Antalya körfezindeki deniz suyu, kabuklu deniz canlıları ve balıklarda kansere yol açan kimyasal maddelerin kalıntıları araştırıldı.

Bunun yanı sıra yüksek gerilim hatlarından doğan kanser riski; atık su arıtma tesislerinden deşarj edilen su ve akarsuların dip çamurları da analiz edildi. Havadaki toz parçacıklarına yapışan ve solunum yoluyla bünyemize aldığımız kanserojen kimyasalların araştırılması gibi çok spesifik araştırmalar bile yapıldı. Sadece su ve gıda örneklerinin sayısı 3000 civarında ve sadece bu örneklerde yapılan toplam analiz sayısı 15 bin.

Araştırma çalışmasında binlerce hanede yapılan anket çalışmaları ile ailelerin soy geçmişlerinde kanser vakalarının görülüp görülmediği belirlendi. Aynı hanelerde yaşayan insanların vücutlarından alınan örneklerde ağır metal ve eser elementlerin bulunup bulunmadığı da analiz edildi. Aynı bölgelerden alınan hava, toprak, yeraltı ve yerüstü suları ve çeşitli gıda örneklerinde kanserojen kimyasal maddelerin ne düzeyde bulunduğu araştırıldı.

Araştırma sonucunda bütün çalışmalar üst üste konularak bir haritalama tekniği ile kanser vakalarının yoğun olduğu bölgelerde kanserojen-kimyasal kirliliğinin de yoğun olup olmadığına bakıldı. Araştırma projesi çalışma sahasının genişliği ve kapsadığı nüfus (5-10 milyon arası) açısından dünyanın en büyük halk sağlığı çalışmalarından biri.

2015 sonunda saha çalışması bitti

Araştırma farklı akademik ekiplerce yürütülen pek çok araştırma projesinden oluşuyor. Gıdalar ve sularla ilgili araştırma projelerinde ben görev almıştım. Çalışmalar 2015 sonu itibarıyla büyük oranda bitmişti. Her halükârda projenin sonuçlarının 2017 yılı içinde Sağlık Bakanlığı tarafından açıklanması gerekiyordu. Ancak bu yapılmadı. Bakanlığın milyonlarca insanın sağlığını ilgilendiren bu araştırmanın son derece kapsamlı ve vahim sonuçlarını kamuoyundan gizlediğini düşünüyorum.

Gıdalar ve sularla ilgili çalışmada Kocaeli, Antalya ve Ergene Havzası bölgelerinde yetiştirilen gıdaların ve su kaynaklarının çevresel kirleticilerle ne ölçüde kirlendiğinin saptanması ve bu kirleticilerin insan sağlığına etkilerinin ortaya çıkarılması amaçlanmıştı. Bu çerçevede gıdalarda ve sularda ağır metaller, polisiklik aromatik hidrokarbonlar (PAH) ve pestisitler gibi bazı çevresel kirlilik parametrelerinin çeşitli ürünlerdeki kalıntı düzeyleri araştırıldı.

Bu yazı dizisinde elde edilen bazı çarpıcı sonuçlara yer vereceğim.

Bülent Şık – Cumhuriyet

25 May

İleri Dönüşüm Atölyesi Kartal %100 Ekolojik Pazarda

Eski t-shirtlerinizi kapın, bez çantanızı kendiniz yapın!

Kartal Belediyesi, Buğday Derneği ve UpcycleTurkey işbirliğiyle gerçekleştireceğimiz İleri Dönüşüm Atölyemizde, Derya Yenilmez eğitmenliğinde eski t-shirtleri kesip biçeceğiz, istediğimiz gibi boyayıp süsleyip kendimize birer bez çanta yapacağız. Plastik poşetle doğaya zarar vermek yerine, kendi bez çantamızı kullanacağız.

Gelirken eski t-shirtlerinizi yanınızda getirmeyi unutmayın!

Etkinliğimiz ücretsizdir!
Tarih: 15 Nisan Pazar
Saat: 11.00
Yer: Kartal %100 Ekolojik Pazar / Buğday Derneği Standı (Hükümet Konağı Caddesi, Kartal meydanı, Kartalbaba geçidi yanı)

25 May

Endüstriyel tarımın daha verimli olduğu algısı bir aldatmaca

Birleşmiş Milletler Gıda Hakkı Özel Raportörü Prof. Dr. Hilal Elver Milliyet Gazetesi’nden Gürkan Akgüneş’in sorularını yanıtladı ve gıda güvenliği, endüstriyel tarım konularında çeşitli açıklamalar yaptı.

Avrupa ülkelerinin organik tarıma yöneldiğini belirten Prof. Dr. Hilal Elver, endüstriyel tarımın daha verimli olduğu bilgisinin bir aldatmaca olduğunu söyledi. Elver’in açıklamaları şöyle:

“Endüstriyel tarımda verim hesabı kısa zamanda hektar başına ne kadar üretim elde edildiğine göre ölçülüyor. Ancak uzun dönemde fazla kimyasal kullanımı nedeniyle toprağın kalitesi düşüyor, biyolojik çeşitlilik ve verim azalıyor. Ayrıca üretilen gıdanın vitamin ve besin değerinde düşüşler olduğundan sağlık riski artıyor. Aniden gelen şoklar da endüstriyel tarıma daha fazla zarar veriyor. Yani risk yüksek. Yine yoğun makine kullanımı işsizlik yaratıyor. Sözün kısası daha verimli algısı evet bir aldatmaca.”

İşlenmiş gıdadaki tehlikeye dikkat çeken Elver; “Market rafında uzun süre durabilecek, katkı maddeli, bol şeker ve tuzlu, doymuş yağ bulunan ürünlerden uzak durma bilincini yaymalıyız.” dedi.

Organik üretimin, dünyada hızla artan nüfusun ihtiyaçlarını karşılayamayacağını iddia eden konvansiyonel tarım savunucularının aksine, bilimsel araştırmalar da organik tarımın dünyayı besleyebileceğini kanıtlıyor. Konuyla ilgili haberimizi ise buradan okuyabilirsiniz.

Gürkan Akgüneş’in Birleşmiş Milletler Gıda Hakkı Özel Raportörü Prof. Dr. Hilal Elver ile röportajının tamamını ise buradan okuyabilirsiniz.

 

25 May

STK’lardan ortak açıklama: Kazık değil, güvenilir gıda

TBMM’de verilen soru önergesi, organik tarım sektöründe yapılan denetimlerin ciddiyetini ortaya koydu.

Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Ahmet Eşref Fakıbaba, organik ürünlerin satışının yapıldığı dükkân, süpermarket/hipermarket vb. mağazalar ile semt pazarlarında yapılan denetimler sonucunda son üç yılda organik tarım mevzuatına aykırı davrandığı tespit edilen, organik ürün üreten ve pazarlayanlara 509 bin TL idari para cezası uygulandığını açıkladı. CHP Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer’in organik ürün satışı yapılan yerlere ve ürün satışının denetimine ilişkin soru önergesini yanıtlamak üzere yapılan açıklamada denetimlerin Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı İl Müdürlükleri kontrol görevlilerince yapıldığı belirtildi.

Verilen para cezası ne ifade ediyor?

Denetimler sonucu verilen para cezalarının bir bölümü, organik tarım ile ilgisi olmayan, organik ürünlerin popülerliğinden faydalanarak tüketiciyi yanıltmaya çalışan, organik adı altında konvansiyonel ürün pazarlayan kişi veya firmalara kesildi. Söz konusu cezaların bir kısmı ise sadece sahtekarlık ve hile yapan üretici veya pazarlamacılara değil, belgelendirme ve bildirim gibi konularda çeşitli kusurlara yönelik verilen cezalardı.

Bakanlıkça yapılan denetimler sonucu kesilen cezalar, gıdada kontrol ve denetim mekanizmalarının ne denli gerekli olduğunu ve organik sektöründeki denetimlerin ciddiyetini ortaya koyuyor. Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı verilerine göre, 2011 – 2016 yılları arasında İl Müdürlüklerince organik tarım mevzuatları çerçevesinde çiftçi, firma, pazar ve satış yerlerinde 30 bin 80 ayrı denetim yapıldı. Bu sayı yılda ortalama 5 bin denetim anlamına geliyor. Sonuç olarak son üç yılda yapılan yaklaşık 15 bin denetimde kesilen toplam cezanın 509 bin lira olması, cezaların yüksek meblağlar olduğu göz önüne alındığında, sahtecilik yapan veya kusurlu bulunan üretici ve satış noktasının az olduğunu ortaya koyuyor.

Haksız yargılar!

Fakıbaba’nın yanıtının, bazı medya kuruluşları tarafından organik üretimin güvenilir olmadığı şeklinde yorumlanıp, “organik kazık” başlıklarıyla yansıtılması da tüketiciyi yanlış yönlendirip kafa karışıklığına neden oluyor. Oysa şu sorulara vereceğimiz yanıtlar, haksız yargıları ve kafa karışıklığını giderebilir: Hiçbir denetimin yapılmadığı ya da hiçbir cezanın kesilmediği bir gıda sektörü mü daha güven verici, yoksa İl müdürlükleri tarafından hem üreticilere, hem pazarlama noktalarına yönelik yapılan habersiz denetimlerde hile yapanların tespit edilip cezalandırıldığı bir gıda sektörü mü?

Yapılan denetimlerde kesilen cezaların bir bölümünün organikle ilgisi olmayan ve organiğin adını kullanan sahtecilere yönelik olması, tüketicilere de sorumluluk yüklüyor. Alışverişlerde her organik denilene kanmamak, ambalajlı ürünlerdeki etikette bakanlığın organik tarım logosu ile sertifika firmasının logosunu aramak, taze sebze meyve gibi tezgahtan satılan ürünlerde ise organik sertifikayı ve faturasını sormak gerekiyor.

Denetimler nasıl yapılıyor?

Ekolojik (organik, biyolojik) tarım -en basit tabiriyle- üretiminde ve işlenmesinde insan ve çevre sağlığına zararlı kimyasallar, işlemler ve yöntemler kullanılmayan üretim şeklidir. Türkiye’de ekolojik tarım sektörüne yönelik uygulamalar ve kurallar, 5262 sayılı “Organik Tarım Kanunu” ve “Organik Tarımın Esasları ve Uygulamasına İlişkin Yönetmelik” ile belirlenmiştir. Ülkemizde organik tarım yapmak isteyen gerçek ve tüzel kişiler bu yönetmelik hükümlerine uymak zorundadır. Bu konudaki denetimler, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığınca yetkilendirilmiş kontrol ve sertifika kuruluşlarınca ve Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’na bağlı İl ve İlçe Müdürlükleri tarafından haberli/habersiz şekilde gerçekleştirilmektedir.

Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı tarafından yetkilendirilmiş, sayısı 30’u aşan kontrol ve sertifikasyon kuruluşu, çiftliklerde ve üretimin her aşamasında haberli ve habersiz denetimler yaptıktan, ürünlerden numune alarak laboratuvar analizleri yaparak ekolojik ürünlerde yönetmeliğe aykırı herhangi bir maddenin kullanılmadığından emin olduktan sonra ekolojik ürün sertifikasını veriyor. Her üreticinin üretimine yönelik tohum, fide, yetiştirme teknikleri, kullanılan organik sertifikalı gübreler ve preparatlar, arazi, depo, hasat ve stok verileri kayıt altında tutuluyor; her bir parti satış çiftlikten satış noktasına kadar ayrıca belgelendirilerek tam bir izlenebilirlik sistemi uygulanıyor. Tüm ekolojik ürünlerin bu sıfat ile işlenmesi, taşınması, depolanması, etiketlenmesi ve pazarlanabilmesi için süresi geçerli organik ürün sertifikasının bulunması gerekiyor.

Organik üreticiler zorlu şartlara rağmen vazgeçmiyor

Denetimlerde kesilen cezaları, organik sektörün güvenilir olmadığı şeklinde yorumlamak, her geçen gün yaygınlaşan bütün bir organik ürün sektörünü ve sayısı 70 bine yaklaşan dürüst organik tarım üreticisini zan altında bırakıyor. Aynı zamanda üreticilerin maddi-manevi zarara uğramasına neden oluyor.

Ayrıca, organik üretimin yaygınlaşması ve herkesin sağlıklı gıdaya ulaşabilmesi için çabalayan, bu konuda farkındalık yaratmaya çalışan sivil toplum örgütlerinin ve organik pazar açarak vatandaşları sağlıklı ürünlerle buluşturan yerel yönetimlerin emeğini değersizleştiriyor.

Olumsuz örnekler sektöre mal edilmemeli!

Her üretim ve hizmet sektöründe kötüye kullanmalar, hatalar, kusurlar, gözden kaçanlar vardır. Ama birkaç kişi veya kurum yüzünden koskaca bir sektörü hedef almak, birçok insanın sağlıklı beslenmesinin güvencesi olan bu ürünlere yönelik güveni sarsmak, sektöre, dürüst üreticilere ve sağlıklı beslenmek isteyen tüketiciye zarar verir. Üstelik gerçek ve sağlıklı gıdaya ulaşmak bu kadar zorken, piyasada pek çok ürünün nereden geldiği, içeriğindeki katkı maddeleri, GDO’lu olup olmadığı tartışılırken, tezgâhlar tonlarca zirai ilaç kullanılan ürünlerle doluyken, limiti aşan kimyasal kalıntılar nedeniyle yurt dışından iade edilen ürünler söz konusuyken, gıda ürünlerinde tağşiş bu kadar yaygınken; talep eden herkesi kapsayacak bir alternatif sunmadan, ekosisteme, toprak, su ve canlı sağlığına verilen desteği, insanlarda haksız yere şüphe yaratarak engellemek, doğa dostu üretim ve kullanım yolunda verilen çabalara zarar veriyor.

Ekolojik tarım sektörünün gelişimi ve yaygınlaşması gelecek kuşaklara da yaşanabilir bir dünya, ekosistem, toprak ve su kaynağı bırakmak anlamına geliyor. Gerçek belge ve bilgilere dayanarak ve bunları tarafsızca sorgulayıp yorumlayarak yapacağımız tercihler, gelecek nesillerin hayatı demektir.

BUĞDAY EKOLOJİK YAŞAMI DESTEKLEME DERNEĞİ

ANKARA ORGANİK ÜRETİCİLER ve MÜTEŞEBBİSLER DERNEĞİ

ÇUKUROVA ORGANİK TARIM DERNEĞİ

DOĞU ANADOLU TARIMSAL ÜRETİCİLER ve BESİCİLER DERNEĞİ

EKOLOJİK TARIM ORGANİZASYONU DERNEĞİ

EKOLOJİK YAŞAM DERNEĞİ – BURSA

ERZURUM ORGANİK GÜVENİLİR GIDA ÜRETİCİLERİ DERNEĞİ

GAP ORGANİK KÜME DERNEĞİ

KAPADOKYA ORGANİK TARIM ÜRETİCİLERİ BİRLİĞİ DERNEĞİ

KİRAZLI EKOLOJİK YAŞAM DERNEĞİ

KOCAELİ EKOLOJİK YAŞAM DERNEĞİ

KONTROL ve SERTİFİKASYON KURULUŞLARI DERNEĞİ

KONYA ORGANİK TARIM DERNEĞİ

MERSİN ORGANİK MUZ ÜRETİCİLERİ BİRLİĞİ

NİKSAR ORGANİK MEYVE ÜRETİCİLERİ BİRLİĞİ

ORGANİK SÜRDÜRÜLEBİLİR ve İYİ TARIM ORGANİZASYONU DERNEĞİ

ORGANİK ÜRÜN ÜRETİCİLERİ ve SANAYİCİLERİ DERNEĞİ

ORGANİK YAŞAM DERNEĞİ

SÜRMELİ MAHALLESİ DERNEĞİ ORGANİK ÜRETİCİLERİ

ULUPINAR ÇEVRE KORUMA, GELİŞTİRME ve İŞLETME KOOPERATİFİ ORGANİK ÜRETİCİLERİ

YERYÜZÜ DERNEĞİ

25 May

SİYEZ BUĞDAYI %100 EKOLOJİK PAZARLAR’DA

Güvenilir gıdaya ulaşmanın en kolay yolu olan, yerel çeşitler için bir vaha özelliği taşıyan %100 Ekolojik Pazarlar’da 20 farklı siyez ürünü bulmak mümkün.

Siyezli ürünler:

  • Erişte
  • Domatesli erişte
  • Bulgur
  • Makarna
  • Tel şehriye
  • Arpa şehriye
  • Çiçek şehriye
  • Kuskus
  • Buğday dövmesi
  • Buğday ezmesi
  • Un
  • Tam un
  • Cevizli ekmek
  • Zeytinli ekmek
  • Köy ekmeği
  • Ekşi mayalı antik siyez ekmeği
  • Bazlama
  • Tereyağlı simit
  • Sade poğaça
  • Grissini

 

Modern buğday çeşitlerinin atası olan siyez buğdayı yüksek protein, potasyum, B6 vitamini, lutein, fosfor, esansiyel yağ asitleri ve betakaroten içerir.

Siyez buğdayının modern buğdaydan farkları

  • Tanesi daha küçüktür.
  • Daha az ve kaliteli gluten içerir.
  • Kanser gibi hastalıkları önleyen karetonoidlerden fazlaca bulundurur.
  • 2 kat fazla A vitamini içerir.
  • 3-4 kat fazla lutein içerir.
  • 4-5 kat fazla riboflavin içerir.

Siyez buğdayı hakkında daha fazla bilgi almak için Ziraat Yüksek Mühendisi Neslihan Şimşek ile gerçekleştirdiğimiz söyleşimizi buradan okuyabilirsiniz.

25 May

Organik tarım dünya nüfusunu besler

Organik üretimin, dünyada hızla artan nüfusun ihtiyaçlarını karşılayamayacağını iddia eden konvansiyonel tarım savunucularının aksine, bilimsel araştırmalar organik tarımın dünyayı besleyebileceğini kanıtlıyor.

Dünyada ve ülkemizde tarımın önemi yadsınamaz, ancak tarım politikaları tek bir hedefe indirgenmiş durumda: Nüfus artışına paralel olarak ürün verimliliğini artırmak ve insanları doyurabilmek. Peki genel söylem bu yönde olsa da sosyo-ekonomik analizler bunu destekliyor mu?

Söz konusu hedefin ve bu hedefe ulaşabilmek için uygulanan endüstriyel tarım yöntemlerinin (pestisitler, sentetik gübreler, GDO vb.) dünyada yaklaşık 70 yıllık bir geçmişi var. Bu 70 yılın ardından, doğal varlıklara, ekosisteme ve insana zarar vermesine rağmen, maksimum verimi elde etme çabasının geldiği nokta pek parlak değil: 2016 tarihli Gıdada Sürdürülebilirlik Endeksi’ne göre dünyada gıdaya erişimi yetersiz 1,8 milyar insan yaşıyor. Yani iddia edildiği gibi, endüstriyel tarım yöntemleriyle dünyayı doyurma hedefi gerçekleşmedi. Çünkü açlık sorununun nedeni, gıdanın yetersiz olması değil, üretimin adil paylaşılmaması, insanların alım güçlerinin eşit olmaması, israf ve kâr odaklı tarım politikaları.

BM Gıda Hakkı Özel Raportörü Prof. Hilal Elver, bir milyar insanın aç olduğu tespiti üzerinden kırsaldaki küçük aile işletmeleri ve çiftçilerin güçlendirilmesi için hükümetleri tarım alanında demokratik reformlara davet ediyor.

Küresel ısınma, iklim değişikliği, çoraklaşan toprak, kirlenen su kaynakları, zarar gören canlılar ve ekosistem dikkate alındığında, uzun vadede konvansiyonel/endüstriyel tarım, organik tarımdan daha verimli değil.

ABD’deki Rodale Enstitüsü’nün, bu tarım yöntemlerine dair karşılaştırmalı verimlilik araştırmaları bunu kanıtlıyor. Enstitü 1981’de başladığı The Farming Systems Trial projesi ile, konvansiyonel tarımdan organik tarıma geçiş dinamiklerini inceledi. Aynı dönemde hem konvansiyonel hem de organik üretim yapan Enstitü, 1986-2014 yıllarını kapsayan bir istatistik yayımlayarak, organik üretimdeki verimin konvansiyonel üretimi yakaladığını, hatta kurak dönemlerde organik üretimdeki verimliliğin daha yüksek olduğunu açıkladı.

Mısır ve soya üretimi üzerinden gerçekleşen projede, özellikle kurak dönemlerde organik tarımın verimliliğinin daha fazla olduğu görüldü. Rapora göre, kurak geçen yıllarda mısırın organik üretimdeki verimi, konvansiyonele göre %31 daha fazla oldu. Konvansiyonel mısır, kurak dönemlerde besinsiz kalıp kuruma eğilimi gösterirken, organik mısır dayanıklılık göstererek yeşil kalabiliyor. Toprağın sağlığı ve canlılığının kanıtı olan organik bileşen miktarı, organik üretimde her yıl artış gösterirken, konvansiyonel üretimde giderek azalıyor.

Tohum verimi ve kalitesinde fark yok

1998 yılında organik tarım çalışmalarına başlayan Atatürk Bahçe Kültürleri Merkez Araştırma Enstitüsü sebzecilik bölümünün verileri de tohum verimi ve kalitesi açısından benzer bir sonuca işaret ediyor.

2004-2009 yılları arasında organik tarım ve konvansiyonel tarım koşullarında, pırasa tohumunun verimi ve kalitesini inceleyen Enstitü, aralarında herhangi bir fark olmadığını belirledi. Hatta organik pırasa tohumunun verimi bazı koşullarda daha yüksek çıktı, çimlenme oranı ise konvansiyonele göre önemli bir artış gösterdi. Araştırma sonucunda; çevreye uyum sağlamış çeşitler, temiz tohumluk ve sağlıklı fide kullanımı seçildiğinde, hastalık ve zararlılar ile entegre mücadele yapıldığında, kültür bitkisi ile yabancı ot rekabeti oluşmadan yabancı otlar üretim alanından uzaklaştırıldığında, toprak analizine dayalı, toprağın sürdürülebilir kullanımını esas alan gübreleme programları uygulandığında, sağlıklı, ekonomik ve kaliteli ürün üretilebileceği ortaya kondu.

Her iki enstitünün aldığı sonuçlara göre, üretim profesyonelce yapılır, gerekli ARGE ile desteklenir, ziraat mühendisleri çiftçilere gerekli eğitimi verir, hükümetler ekolojik tarımı destekleyecek politikaları hayata geçirirse, verimlilik ibresi -değişen iklim şartları da dikkat alındığında- konvansiyonel tarımdan değil organik tarımdan yana.

Tüm dünyada organik tarıma geçilse ne olur?

Rodale Enstitüsü’nün araştırması umut verici. Peki, sadece belirli bir alanda değil, dünya genelinde organik üretime geçilse sonuç ne olurdu? Araştırma kuruluşu FiBL (Research Institute of Organic Agriculture), herkesin merak ettiği konuyu inceleyerek, tüm tarım alanlarında organik üretime geçilirse, 2050 yılında sonucun ne olacağını ortaya koydu. Pek çok araştırma kuruluşunun işbirliğiyle gerçekleşen incelemeye göre, tamamlayıcı bazı faktörlerle birlikte, organik tarım dünyayı doyurabilir. Hatta dünya nüfusunun beslenebilmesi için, mevcut tarım arazilerinin %60’ında organik üretime geçilmesi yeterli. FiBL’e göre bunun gerçekleşmesi için hayvansal ürün tüketiminin ve yetiştirilen hayvan sayısının, dolayısı ile yem üretimi ve israfın da azalması gerekiyor.

FiBL; dünya nüfusunun ihtiyaçlarını karşılamak için daha fazla toprağa ihtiyaç duyulacağını öngörüyor. Justus Liebig Üniversitesi’nden Prof. Andreas Gattinger, mevcut şartlar altında konvansiyonel tarım ile organik tarım arasında %25’lik bir verim boşluğu olduğunu belirtse de, Rodale Enstitüsü’nün ve Atatürk Bahçe Kültürleri Merkez Araştırma Enstitüsü’nün çalışmalarıgelecek için ümit vadediyor.

2050 yılında dünya nüfusunun yaklaşık 10 milyar olması bekleniyor. Konvansiyonel tarım, dünya nüfusunu doyurmaya aday olsa da, iklim değişikliğine etkisi, toprak, su gibi doğal varlıklarıtüketiyor oluşu nedeniyle, yaşamın sürdürülebilirliği için bir an önce vazgeçilmesi gereken bir üretim biçimi. Organik tarım ise sürdürülebilir bir gelecek vadediyor. Rodale Enstitüsü, organik tarımın, konvansiyonel tarıma göre yaklaşık %50 daha az sera gazı salımı sağladığına dikkat çekiyor.

Verimlilik konusunda çalışmalar devam ederken, gıda israfının çok fazla olması dikkatleri ”yeterli ürün yetiştirme” konusundan ”yetişen ürünleri israf etmeme”ye yöneltiyor.

Gümrük ve Ticaret Bakanlığı İç Ticaret Genel Müdürlüğü verilerine göre, gıda ürünlerinin tarladan sofraya ulaşması sırasında yetersiz uygunsuz nakliye, depolama koşulları yüzünden, gıdanın %25’i heba oluyor. Dünyada her yıl israf edilen gıda miktarı ise en az 1,3 milyar ton. Dolayısıyla israf önlendiği taktirde, konvansiyonel tarımda sentetik ilaç ve gübrelerle sağlanmaya çalışılan verim artışına da ihtiyaç kalmıyor.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, Türkiye’de, her yıl 1,7 milyar ekmek, 18 milyon ton meyve ve sebze çöpe atılıyor. Gıda israfının parasal bedeli ise 214 milyar lira.

2015 yılında dünyada organik tarım yapılan arazi 50,9 milyon hektar; yani dünya genelindeki tarım arazilerinin henüz %1’i. FiBL, gıda israfı yarı yarıya azaltılırsa ve kesif yem üretimi (yem amaçlı tahıllar vb) yarıya düşürülürse, mevcut tarım alanlarının % 60’ında dahi organik tarıma geçilmesiyle, hem verim hem de sürdürülebilirlik açısından 2050 yılında sağlıklı bir üretimin sağlanabileceğini belirtiyor.

FiBL’in öngösürü, yem üretimi azalacağı için, hayvansal ürün tüketiminin de üçte bir oranında azalacağı yönünde. Böylece dünyanın beslenme şekli iklimi koruyucu bir hale gelecek, çünkü endüstriyel hayvancılık, sera gazı salımının yaklaşık %15’inden sorumlu. Kuraklık, ani hava değişimleri ve seller gibi iklim değişikliklerinin gıda üretiminde verim düşüklüğüne ve kayıplaraneden olduğu göz önüne alındığında doğa ve iklim dostu organik üretimin gıdanın sürdürülebilirliği açısından önemi daha belirgin hale geliyor.

Ekolojik ilkeleri, sağlıklı beslenmeyi, israf ve tüketim kültürünü, iklim değişikliklerini, gelecek kuşakları da dikkate alan, uzun vadeli, gıdanın erişilebilirliği ve adil paylaşımını, açlık sorununun temel sebeplerini dikkate alan politikalar üretilir ve hayata geçirilirse toprak, su gibi doğal varlıkları, tüm canlıları ve insan sağlığını önceliğine alan ekolojik tarımın, gelecekte de dünya nüfusunu besleyebileceği çok açık.

Kaynaklar:

https://www.nature.com/articles/s41467-017-01410-w

http://rodaleinstitute.org/assets/FST-Brochure-2015.pdf

http://www.dw.com/en/feeding-the-world-with-organics-a-realistic-prospect/a-40967602

https://www.youtube.com/watch?v=z4daLqmureU

http://orgprints.org/19175/1/Organik_P%C4%B1rasa.pdf

25 May

Küçükçekmece organik pazarından çekilme haberimizin basındaki yansımaları

Cumhuriyet: “Buğday Derneği’nin destek ve danışmanlık verdiği organik pazarda, artık %100 Ekolojik Pazar markasının güvencesi olmayacak.”

Hürriyet: “Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği, Küçükçükmece Organik Pazarı’ndan çekileceğini açıkladı. Bu durum pazarın artık organik sayılmayacağı anlamına geliyor.”

Birgün: “Buğday Derneği ekolojik pazardan çekilme gerekçesini şöyle açıkladı: “Belediye, başta denetim olmak üzere, üzerine düşen görev ve sorumlulukları yerine getirmedi.”

25 May

Buğday Derneği, Küçükçekmece organik pazardan çekildi

2014 yılında, Küçükçekmece Belediyesi ve Arenapark AVM işbirliğiyle kurulan, Buğday Derneği’nin destek ve danışmanlık verdiği organik pazarda, artık %100 Ekolojik Pazar markasının güvencesi olmayacak.

Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği, kendi desteği ve danışmanlığında Küçükçekmece Belediyesi ve Aranepark AVM işbirliğiyle, Nisan 2014’te kurulan ve Derneğin oluşturduğu %100 Ekolojik Pazar marka ve standartları güvencesiyle hizmet veren Küçükçekmece organik pazardan çekilme kararı aldı.

İlgili pazarda artık %100 Ekolojik Pazar markası kullanılamayacağı gibi, %100 Ekolojik Pazar standartlarında denetim de söz konusu olamayacak. İlgili organik pazarda yapılan satışların güvenilirliği konusunda, 9 Aralık 2017 tarihinden itibaren Buğday Derneği’nin sorumluluğu ve garantisi bulunmuyor.

%100 Ekolojik Pazarlar, güvenilir gıdanın adresi

İnsanların doğayla uyum içerisinde ve doğal varlıklara zarar vermeden yaşayacağı bir toplum umuduyla 15 yıldır çalışmalar yürüten Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği’nin, bu amaçla oluşturduğu %100 Ekolojik Pazar modeli, sağlıklı ve güvenilir gıdaya ulaşmak isteyen tüketicilerle, ekolojik, doğa dostu ürün yetiştiren üreticileri buluşturan bir platform oldu. Bu anlamda ülkemizde organik sektörünün gelişimine önemli katkılar sağladı.

Buğday Derneği ile özel ve kamu kurumları işbirliğinde ilk %100 Ekolojik Pazar, Şişli Belediyesi ortaklığıyla 2006 yılında kuruldu ve o tarihten bu yana, güvenilir gıdaya ulaşmak isteyenlerin adresi oldu. 12 yılda %100 Ekolojik Pazar markası, gıda konusunda güvenilirliğin simgesi haline geldi ve Şişli’yi Kartal, Beylikdüzü, Bakırköy, Küçükçekmece, Kayseri, İzmit, Antalya, Samsun, Seferihisar, Konya %100 Ekolojik Pazarları izledi.

%100 Ekolojik Pazarlar marka ve standartlarıyla kurulan ve halen devam eden Şişli, Kartal, Bakırköy, Beylikdüzü, Kayseri ve İzmit organik pazarları, insan sağlığına ve doğaya zararlı kimyasal girdilerin yasak olduğu organik üretimin gelişmesine katkıda bulunmaya devam ediyor.

Buğday Derneği, Küçükçekmece organik pazarından neden çekildi?

Belediye, başta denetim olmak üzere, üzerine düşen görev ve sorumlulukları yerine getirmedi.

İlgili protokolde, Belediye’nin bir ziraat veya gıda mühendisini iki gün, organik pazar konusunda denetim, veri kayıt, belge vs işlemleri için görevlendirmesi gerektiği maddesi olmasına ve bu konu Buğday Derneği tarafından ilgili Belediye ve AVM’ye defalarca hatırlatılmasına rağmen, 25 Kasım 2017 tarihine kadar Belediye, pazarın denetimleri konusunda bir mühendis görevlendirmedi; denetim konusunda tüm sorumluluk, destekçi ve danışman pozisyonundaki Buğday Derneği’nin üstünde kaldı.

Aynı protokolde reklam-tanıtım konusunda Belediye’nin taahhütü söz konusu iken, 25 Kasım 2017 tarihine kadar Belediye projenin reklam ve tanıtımı için gözle görünür bir çalışma yapmadı. Tüm reklam tanıtım çalışmaları AVM ve Buğday Derneği tarafından gerçekleştirildi. Aynı şekilde pazarda tüm halkla ilişkiler görevini tek başına Buğday Derneği gerçekleştirdi.

Pazarın katılımcı bir yapıya ulaşması sağlanamadı.

Küçükçekmece Belediyesi ve Arenapark AVM’ye Buğday Derneği tarafından yeni bir sözleşme teklifinde bulunuldu. İki taraf da teklifi olumlu karşıladı ve AVM ile Derneğin mutabık olduğu yeni sözleşmeler Belediye’ye gönderildi. Yeni sözleşmelerde %100 Ekolojik Pazarlar’ın daha katılımcı ve şeffaf olmasını sağlamak amacıyla esnaf, üretici ve müşterilerin de olduğu bir komisyon kurulması önerildi. Ancak sözleşme konusunda Belediye’nin Buğday Derneği’ne olumsuz dönüşü nedeniyle, pazarın daha katılımcı ve şeffaf bir yapı kazanması sağlanamadı.

Kalıntı tespit edilen üretici konusunda etik olmayan uygulama yapıldı.

Son bir aya kadar pazarda, ürünlerinde kalıntı bulunan üreticilerin Küçükçekmece Belediyesi tarafından yer tahsisleri iptal edildi, ilgili üreticiler veya esnafın organik pazarda satışı durduruldu.

Ancak Küçükçekmece İlçe Gıda, Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğü’nce ürününde kalıntı bulunan bir üreticiye cezai yaptırım uygulanmasına, kontrol ve sertifika kuruluşunun üreticinin sertifikasındaki organik statüsünü kaldırmasına, Belediye tarafından tezgâhı iptal edilmesine rağmen, daha sonra yine Belediye tarafından bir başka kişiye tahsis yapılarak, aynı üreticinin pazarda başka bir sertifika ile ürün satışının önü açıldı. Her ne kadar başka bir şahsa yapılan yeni tezgâh tahsisi usüllere uygun olsa da, ürün satışı yapan gene fiziki olarak aynı üretici. Buğday Derneği, yapılan işlemin -yasal olsa da- müşteriler, diğer üreticiler ve tahsis sahipleri açısından etik olmadığı görüşünde.

Pazar esnafı tarafından konu hakkında müşterilere bilgi verilmesi ve konu hakkında müşterilerden Belediye Başkanlığı’na gönderilecek bir toplu dilekçe Belediye Zabıtası’nca engellendi. Ayrıca ilgili esnafın müşterilere konu hakkında bilgi verip imza toplaması durumunda tezgâhlarının iptal edileceği, belediye yetkilisince sözlü olarak belirtildi.

Uygulamalar, etik değerler açısından Buğday Derneği’nin ilkeleriyle örtüşmüyor.

Buğday Derneği’nin %100 Ekolojik Pazar standartları ve markası altında danışmanlık ve destek hizmeti verdiği organik pazarlar bir bütünlük arz ediyor. Bu nedenle yapılan denetimler ve uygulamalar tek bir standart altında değerlendiriliyor.

Diğer %100 Ekolojik Pazarlar’da ilgili üreticinin tezgâhları Belediyeler tarafından iptal edilirken, Küçükçekmece’de Belediye tarafından iptal işlemi gerçekleştirildikten sonra yasalara uygun olsa dahi, etik değerler açısından tartışmalı uygulama yapılması, kurumumuzun değerleri ile ters düşüyor.

Tüm diğer %100 Ekolojik Pazarlar’da katılımcı ve şeffaf bir yapı kurulurken, aynı marka altındaki bir pazarda tersi uygulamaların söz konusu olması; bunun yanı sıra personel ve denetim konusunda yaşanan tıkanıklıklar, Buğday Derneği’nin Küçükçekmece organik pazarından, %100 Ekolojik Pazar markasını çekme kararında etkili oldu.

Belediye ile yaşanan bu olumsuzluklara rağmen bugüne kadar üzerine düşen tüm sorumlulukları yerine getiren Arenapark AVM’ye destekleri için teşekkür ederiz.

Yaklaşık 12 yıldır %100 Ekolojik Pazar standartları ve markası ile güven veren Buğday Derneği artık Küçükçekmece organik pazarda bu hizmeti, güveni ve garantiyi sunmayacak.

05 May

Ne yediğimizi bilmek istiyoruz

Soru sormak, şayet cevap alınabilirse, sağlıklı bir toplum için en doğru iletişim yoludur.

2017’den miras kalan sorular:

1- Geçen ay Rusya tarafından iade edilen antibiyotikli tavuklar iç pazarda mı tüketildi?

http://bianet.org/…/192909-antibiyotikli-etler-gdo-lu-yemle…

2- Türkiye’nin temiz dediği, AB Komisyonu Sözcüsü Anca Paduraru’nun ise fipronil var dediği yumurtalarla ilgili incelemenin detayları nedir?

http://www.bugday.org/…/bakanlik-yok-demisti-ama-avrupa-bi…/

3- Adana’daki GDO’lu ekmek skandalının ardından 20 Mart 2017’de Gıda Tarım Hayvancılık Bakanı Faruk Çelik, 2016-2017 yıllarında yurt içinde yapılan 660 GDO denetiminin 7’sinde GDO’lu soya kıyması tespit edildiğini ve ilgililer hakkında yasal işlem yapıldığını açıklamıştı. GDO tespit edilen gıda türleri ve markaları hangileri?

https://www.change.org/p/sofram%C4%B1za-gdo-s%C4%B1zd%C4%B1…

4- Biyogüvenlik Kurulu tarafından hayvan yemi olarak ithalatına izin verilen 36 GDO’lu soya ve mısır ürününün, hayvan yemi olarak ülkeye girdikten sonra hangi alanlarda kullanıldığı denetleniyor mu?

http://www.bugday.org/blog/gdoya-ihtiyacimiz-yok/