EKOLOJİK, organik, doğal, yerel, katkısız, kimyasalsız, şekersiz� Bu gibi kelimeler sözlükte sessizce duruken, aniden ortaya çıkıverdi ve günlük hayatımızı, alışveriş sepetimizi taciz eden, kafamızın içinde sürekli dönüp dolaşan kelimeler haline geldi. On yıl öncesini düşündüğümüzde İstanbul gibi bir büyükşehirde bile az duyulan bu kelimeler, artık günümüzde küçük şehirlerde soru işaretleri oluşturmaya başladı. Sokak satıcılarından büyük süpermarketlerin raflarına, isimsiz ürünlerden çocukluğumuzdan bir bir şekilde hayatımızda yer eden markalara kadar herkes kendini bu kelimelerden bir şeçki ile tanımlamaya başladı.
Peki ne oldu da artık alışveriş sepetimizdeki domates, biber ve ekmeğin yanına bu kadar çok kelime eklendi? Ne oldu da, bu kelimelerin arkasının ne kadar dolu olduğunu sorgulayan bir kesim oluştu? Tüketici olarak biz mi değiştik, yoksa pazarlama stratejileri mi değişti? Doğasını seven ve sistemi sorgulayanlardan mıyız? Yoksa kimyasallara bulanmış rafları gizli bir heyecanla bekleyen geçici heves insanları mıyız?
Tüketim gücünün artışı
Türkiye’de her zaman doğasına ve sağlığına dikkat eden insanlar vardı, ama 20 yıl önce marjinaldeydi. Müheyya İzer’in o ansiklopedi gibi Bitkisel Protein İle Dengeli Beslenme kitabı 1983’te basılmıştı. Üçüncü baskısını 14 senede yapabildiğine göre, marjinalliğin boyutlarını siz tahmin edebilirsiniz.
Bu insanların sayısı zamanla Buğday hareketi gibi hareketlerle, Buğday Dergisi’nin yayınları sayesinde giderek artmaya başladı ve çember genişledi. Bu sırada internetin de yavaş yavaş ortaya çıkması bu genişlemeye katkıda bulundu ve sağlıklı ürün talep edenleri içine alan çember, sınırlarını öğrencilerden, meslek sahibi birçok insana ve büyük holding patronlarına kadar genişletti. Bu da daha sağlıklı hayatı talep eden insanların bu yöndeki kullanımını artırarak piyasadaki payın giderek büyümesini sağladı. Herşey birbirini besledi, pay arttıkça reklam arttı, reklam arttıkça pay arttı ve bu büyüme, bugünkü raflarda her üç üründen birinin üzerinde yukarıdaki çekici kelimelerden birinin yazılmasına sebep oldu. Peki iyi mi oldu?
Doğanın cılız zaferi
Bu kelimelerin arkasında yatan anlamlar azaldıysa ve güvenilirliği sarsıldıysa da gerçekten doğaya saygı duyan ürünler artık supermarket raflarında boy gösteriyor. Nihayet kurunun yanında yaş da ortalığa çıkabildi. % 100 Ekolojik Pazarın İstanbul’da açılabilmesine, medyanın buna geniş yer ayrımasına olanak sağladı. Sokaklarda “Organik ayran bulunur” yazılı tabelalar kendini göstermeye başlasa da, artık tüketicinin filesine ekolojik/organik sertifikalı avokado, domates, patates, havuç, peynir ve ekmek girmeye başladı.
Sadece gıdada değil, doğada çözünebilen elternatif temizlik ürünleri büyük supermarketlerde müşteri bulabilmek için düşük fiyatlara sunuldu, büyük vitamin firmaları ekolojik kozmetik ithal etmeye başladı. Ekoloji fuarları daha fazla ürünle dolup taştı. İnsanlar az da olsa alışkanlıklarını sorgulama ve değiştirme ihtiyacı hissetmeye başladı. Bütün bunlar ekolojik hareketin ağaçların arasından çıkıp şehire inmesi ve tüketim gücü yüksek olan insanlara ulaşmasıyla sağlandı. Tüm bunların doğadaki yansıması ise çok az da olsa suların daha temiz akması, toprağın temizlenmeye başlaması, birkaç kuş türünün devamı ve en önemlisi insanların beyninde “doğa”nın yer etmesi oldu.
Bugün
“Yeşil”, “ekolojik” ve “doğallık”, 2006 Aralık itibariyle çevreyi tehdit eden boya ve tekstil sanayii ve gereksiz tüketimi teşvik edici moda ve güzellik dergilerinin kapaklarına bile konu olabildiyse, “Bu kavramlar günümüzde bir moda haline geldi” denmesinde bir sakınca yok.
Gazetelerin genişleyen sağlık köşeleri, mutfağımıza giren kanser yapan katkı maddelerine ilişkin haberler, sigara içmeye karşı düzenlenen kampanyalar, restoranlarda sigara içilmeyen masaların giderek artması vb. uygulamalar bu çarkın bir parçası. Bunda tabii ki herkesin ailesinde mutlaka en az bir kanser hastası olması, internet ve medyanın kolay ulaşılabilir olup bizi bekleyen tehlikeleri en ince detayına varana kadar her türlü anlatım tarzı ile anlatmasının desteği büyük.
Tehlikeler
Bu da her moda gibi gelip geçici mi?
İnsanın daha iyi bir hayat istemesi de geçici olabilir mi?
Bunu zaman gösterecek. Maalesef hazıra konmayı seven, çaba sarfetmekten oldukça uzak duran bizlerin arasından: Şişli %100 Ekolojik Pazar gibi oluşumları cumartesi trafiğine rağmen destekleyenlerin, Buğday Derneği gibi çalışan tüm kuruluşlara emek veya desteklerini sakınmayacak olanların çabalarıyla devam edecek bu hareket.
Şu anda hâlâ çok kırılgan bir yapıya sahip ve hazıra konan kesimin çabasızlığının büyük tehdidi altında. Bir süre daha pastadaki ekolojik tüketici payının geniş kalmasıyla ve onun medyayı beslemesiyle beslenebilir. Ama gelişip serpilmesi doğasıyla barış içinde, sağlıklı bir yaşam isteyen insanların sadece sayısının değil, katılım bilincinin artmasına bağlı. Tabii tüm bunların teknolojik gelişmeler içerisinde boğulacak yeni nesillerde ne kadar kabul göreceği ise bizlerin yeteneğine bağlı.
Peki, tüm bunlar olurken doğa ne yapacak?
Tabii ki de insanın karar vermesini beklemeyip, kendi ritmine devam edecek. Eğer aklına eserse, bizden toptan vazgeçebilir de, şansımızı çoktan zorladık, tüm bu çabalara rağmen. Onu kızdırmadan bir an önce alışkanlıklarımızı toptan sorgular, bu hareketi kalıcı kılmayı denersek, barışa bir adım yaklaşmış oluruz. Dileğim bu!
Kasım 2007