Aydın, Söke’ye bağlı Kisir Mahallesi’nde yaşayanların son yıllarda sıkça yakalandığı söylenen kanser hastalığının, bölgedeki eski uranyum madeninden kaynaklanan radyasyonla ilişkili olduğuna dair iddialarla ilgili olarak yetkili kurumlar tarafından henüz net bir açıklama yapılmadı. Gündeme gelen birbirinden farklı araştırma sonuçları ise halk sağlığı açısından duyulan endişeyi daha da artırıyor.
Kisir ile ilgili ilk iddia 2014’te dile getirildi
Evrensel Gazetesi’nde 7 Mart 2014 tarihinde yer alan Özer Akdemir’in haberinde1 3 farklı bilim insanı tarafından yapılan ölçümler sonucunda Kisir’de normalden 450 kat fazla radyasyon tespit edildiği açıklandı. Habere göre üç farklı ülkeden bilim insanları üç farklı cihaz ile ölçümleri gerçekleştirdi.
Kisir’in yaylası Osmankuyu’da, 1958 yılında İngilizler tarafından açılan uranyum sondajı alanlarında yapılan ölçümlerde en yüksek değer olarak 56,1 mikro sievert tespit edildi. Haberde verilen bilgiye göre bu değer yıllık güvenli dozun 450 katına denk geliyor.
Üç yıl sonra aynı iddia tekrar gündemde
Hürriyet Gazetesi, 14 Mayıs 2017 tarihli haberinde2, Evrensel’in haberinde geçen araştırma sonuçlarını tekrar gündeme taşıdı. Haberde ayrıca Türkiye Atom Enerjisi Kurumu’nun (TAEK) da bölgede incelemelerde bulunduğu, ancak bu incelemelerin sonuçlarını açıklamadığı ifade edildi.
Türkiye Atom Enerjisi Kurumu’na göre tehlike yok
Haberin yayınlanmasının ardından TAEK bir basın açıklaması yaparak 24 Ağustos 2015 ve 22 Ekim 2015 tarihlerinde yaptıkları incelemelerin sonuçlarını3 duyurdu. TAEK’in açıklamasına göre, elde edilen sonuçlar halk sağlığını tehdit edecek herhangi bir tehlikeli durum olmadığı yönünde. Sadece sondaj alanının olduğu Yusufağalar bölgesinde değerler biraz yüksek, ama TAEK’e göre bu değerler güvenli sınırlar içerisinde.
TAEK’in açıklamasında, gıda ve suda da inceleme yapıldığı, ancak elde edilen değerlerin normal düzeyde olduğu ve herhangi bir tehlike taşımadığı belirtiliyor. Suda yapılan incelemeler sonucunda elde edilen değerler de Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından belirlenen limitin altında. Ceviz, mısır ve zeytinde yapılan inceleme sonuçları da WHO’nun belirlediği limitlere göre normal değerlerde seyrediyor.
İnceleme sonuçları neden farklılık gösteriyor?
Medyada yer alan haberlerde geçen inceleme sonuçları ve TAEK’in açıkladığı veriler ciddi farklılıklar gösteriyor. Böyle önemli bir konuda bilim insanları ve kurumlar tarafından bilimsel verilerle farklı açıklamalar yapılması güven soununu beraberinde getiriyor.
Buğday Derneği olarak yaptığımız görüşme ve araştırmalar sonucunda, bilimsel sonuçların farklılık göstermesinin verilerdeki eksikliklerden kaynaklandığı sonucuna vardık.
Evrensel’de yer alan haberde yapılmış olan radyoaktivite incelemeleri anlık olarak ve yalnızca sondaj alanında ölçülen değerler. Oysa radyoaktivitenin normal değerden 450 kat fazla olduğunu söyleyebilmek için uzun süreli bir inceleme yapılması ve bu incelemelerin ortalamasının alınması gerekiyor. Bu yüzden anlık ölçümlerde TAEK’in ve diğer bilim adamlarının farklı değerler elde etmeleri şaşırtıcı değil.
Net sonuçlara ulaşmak için portatif cihazlar yerine daha sistematik, gelişmiş aletlerle incelemelerin yapılması gerekiyor. TAEK’in basın açıklamasında bölgeye bir Radyasyon Erken Uyarı Sistemi Ağı (RESA) kurularak radyasyon ölçümünün saat başı gerçekleştirilmesinin planlandığı belirtiliyor. Ancak mevcut ağa4 bakıldığında Kisir’e henüz RESA yerleştirilmiş değil. Kaldı ki, RESA sadece ani gelişebilecek bir radyasyon tehdidi için kullanılmakta, bu yüzden yerleştirilse bile Kisir açısından yeterli ve uygun bir yöntem olmaktan çok uzak.
Ayrıca TAEK’in araştırmasında, bölgede uranyum madeni olması, dolayısıyla asıl tehdidi oluşturanın bu izotop olmasına rağmen, uranyuma dair veriler bulunmuyor. TAEK’in hem toprak analizi sonuçlarında hem de gıda analizi sonuçlarında uranyum kalıntıları ile ilgili bir veri yok.
Köprübaşı örneği
Manisa’nın Köprübaşı ilçesi de, Kisir gibi uranyum maden yatağı. Köprübaşı ile ilgili de birçok bilim insanı ve kurum tarafından bireysel ölçümler yapıldı ve yüksek miktarda radyasyon tespit edildi. Bunun ardından TAEK yine bölgede incelemelerde bulunarak, aynen Kisir’de olduğu gibi, Köprübaşı için de herhangi bir tehlikeli değere rastlamadığını açıkladı5. Ama Köprübaşı raporu, Kisir gibi benzer bölgelerde nasıl araştırma yapılması ve nelerin incelenmesi gerektiğine dair örnek bir çalışma niteliği taşıyor.
Prof.Dr. Ahmet Şaşmaz tarafından Kanada’daki bir laboratuvar ile ortak yürütülen bir projeyle Köprübaşı uranyum yatağı çevresinde toprak, su ve bitki örneklerinde uranyum düzeyleri ve olası çevre etkilerinin belirlenmesi amaçlanmış. Bir yıl süren proje ve ölçümlerin ardından sonuçlar yazılı hale getirilerek ilgili makamlar ve kamuyou ile paylaşılmış. Araştırma sonucunda toprak, su ve bitkilerde elde edilen yüksek uranyum değerleri ile ilgili olarak Şaşmaz şunları söylüyor:
”Çalışma alanındaki toprak, su ve bitkilere ait uranyum analiz sonuçları, özellikle belli alanlarda kirlenme potansiyelinin yüksek olduğunu gösteriyor. Bu alanlar başlıca Kasar, Topallı, Killik, Kemhallı ve Taşharman bölgeleri. Bu yörelerde mostra vermiş veya gömülü halde uranyum yatakları gözleniyor. Bu uranyumlu kütleler, yöredeki topraklarının, yüzey-yeraltısularının ve bölgede yetişen bitkilerin değişik oranlarda kirlenmelerine neden oluyor.”
Şaşmaz’ın çalışması, en azından araştırma düzeyinde nelerin incelenmesi yönünde örnek olsa da, bu araştırmanın yayımlandığı 2008 yılından bu yana bölgede yetkililer tarafından herhangi bir önlem alınmış ya da sonrasında benzer bir araştırma yapılmış değil.
Radyasyon Acil Eylem Planı hazırlanmalı
Geçmişte uranyum maden alanı olarak kullanılan Kisir ve Köprübaşı için şu ana kadar TAEK’in yapmış olduğu incelemeler ve açıklamalar yeterli değil. Radyasyon çok önemli bir halk sağlığı sorunu. Bu konudaki ufak bir şüphe bile detaylı bir şekilde incelenmeli, gerekli önlemler alınmalı ve gerçekler bir an önce açıklanmalı.
Zaman kaybetmeden öncelikle Kisir’de uzun erimli, toprağı, suyu ve gıda maddelerini içeren bir analiz çalışması yapılmalı, uranyum kalıntıları da bu çalışmalara dahil edilmelidir. Bu çalışmaları yütütecek kurulun konuyla ilgili tüm disiplinleri(nükleer fizik, jeoloji, halk sağlığı…) kapsayan bir nitelikte olması, halkın vicdanını rahatlatacak sonuçlara ulaşabilmek için zorunludur. Bu araştırmalar düzenli olarak kamuoyu ile paylaşılmalı, bu esnada bölgede yaşayan halk için gerekli önlemler alınmalı ve zaman kaybetmeden kamuoyunu ikna edecek, güven telkin edecek bir eylem planı hazırlanmalı.
Köprübaşı için 2008 yılında gerçekleştirilen araştırma sonuçları dikkate alınmalı, güncel araştırmalarla bu veriler kontrol edilmeli, yine bu esnada bölgede yaşayan halkın sağlığı için gerekli önlemler alınarak, sonuçlar kamuyou ile paylaşılmalıdır.
Halkın sağlığı korunmalı!
Mesele, bazı çevrelerin ön plana çıkarmaya çalıştığı gibi bölgede organik tarımın yapılıp yapılmaması meselesi değil. Bölgede yapılan küçük ölçekli organik zeytincilikten elde edilen ürünler yaptığımız araştırmaya göre iç pazara bile sürülmemiş durumda. Ancak sorunun bizi ilgilendiren kısmı, sadece bölgede yetişen ürünün soframıza gelip gelmemesi değil; konunun halk sağlığını, yaban hayatını ve gıda güvenliğini nasıl etkilediğidir.
Organik tarım sertifikası konusunda da şuna açıklık getirilmelidir. Organik olsun, iyi tarım olsun, helal gıda olsun, hiçbir standardı, yönetmeliği ve bağımsız denetimi olmadan kendine doğal damgası vuranlar olsun, TAEK gibi kurumların uzun ölçekli olarak yapması gereken yüksek bütçeli bilimsel çalışmalar ve analizlerin Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı tarafından yetkilendirilmiş sertifika kuruluşlarınca veya bireysel çabalarla yapılması mümkün değildir, yanıltıcı olabilir. Kontrol ve sertifika kuruluşunun yasal sorumluluğu üreticinin tarımsal üretim faaliyeti ve pazarlamasını denetlemektir. Tarımsal üretim ve pazarlama kapsamına girmeyen tıpkı Çernobil faciasında olduğu gibi çevre felaketi veya genel halk sağlığını ilgilendiren konular, ilgili bakanlıklar ve hükümetin müdahalesi kapsamındadır. Bu konuda organik tarım sektör paydaşları, ilgili sivil toplum kuruluşlarına düşen, yetkili makamların gerekli ölçümleri yapmasını, tedbirleri almasını sağlamak için konuyu gündemde tutmak ve baskı unsuru olmaktır. Bu sayede organik tüketen veya tüketmeyen hiçbir vatandaşımızın, ama su ama gıda içerikli, radyasyondan zarar görmemesini sağlamaktır. Yetkili kurumların gıda üstünde yaptıkları ölçümlerde halk sağlığına etki eden tespitler söz konusu ise konu elbette Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’na da bildirilmeli ve ilgili bakanlık da organik olsun veya olmasın bu ürünlerin o bölgede üretimi ve satışını durdurmalıdır.
Bölgede yaşayan insanların uranyuma ne kadar maruz kaldıklarının; bölgede sıklıkla görüldüğü iddia edilen kanser hastalığının uranyumla ilişkisinin olup olmadığının; suda, toprakta ve burada yetiştirilen gıdalardaki uranyum miktarının tehlikeli olup olmadığının yetkili makamlar tarafından acilen tespit edilip açıklanması gerekiyor.
Buğday Derneği olarak konunun takipçisi olmayı, konuyla ilgili gelişmeleri kamuyou ile paylaşmayı sürdüreceğiz.
1 https://www.evrensel.net/haber/80354/kanser-koyde-olumu-olctuler
2http://www.hurriyet.com.tr/kanser-koyun-haykirisi-biz-oluyoruz-40456882
3http://www.taek.gov.tr/sss-2/1639-basin-aciklamasi-aydin-ili-soke-ilcesi-kisir-mahallesinde-yuksek-radyasyon-olcumu-ve-kanser-hastaligi-ile-ilgili-basinda-yer-alan-haberler.html
4http://www.taek.gov.tr/uygulama/resa_doz/tum_iller.php
5http://www.taek.gov.tr/basin-aciklamalari/339-2014/1258-basin-aciklamasi-04-2014-koprubasi-manisa-3.html